Garip zamanlardan geçiyoruz. Doğanın yarattığı ölümcül tahribattan mucizevi olarak kurtulan özellikle küçük çocuklar için sevinçten gözyaşı dökerken, gelinliğiyle yepyeni kocası tarafından sokak ortasında yumruklanan gelinin görüntüleri akıl sağlımızı iyice dumura uğratıyor.
Bu yetmezmiş gibi, tüm ülke kenetlenmiş İzmir’den daha az acılı haber almak için dua ederken, Halloween partilerinin yılışık görüntüleri sosyal medyaya partileyenler tarafından aktarılması karşısında, bugün birlikte soluduğumuz insanların kimyalarındaki farklılığı çözmeye çalışıyor, şoktaki beyin hücrelerimiz.
Herkes istediği gibi eğlenebilir, hayat zaten eğlenmekle de yücelir, anlam kazanır. Buna itiraz edenler, yaşamın anlamını küçük ve kapalı dünyalarında çözdüklerini sananlardan oluşur.
Lakin, bir sokak sakinlerinin tamamı matemdeyken ve iyi haberlerin gelmesi için umutlu ama kaygılı bir beklentiye girmişken siz o sokağın bir evinde eğlenir ve üstelik bunu da sokak sakinlerine gösterirseniz, bir yerlerde bir yanlış var demektir.
Evet, ateş düştüğü yeri yakar ama bari ateşin yaktığı yüreklerle, bir nebze susarak dahi dayanışma göstermek neden mümkün değil, bilinemez…
xxx
İzmir ağlıyor, çoğumuz da onlarla empati yaparak acılarını bir nebze de olsa henüz taşlaşmamış yüreklerimizde hissediyoruz. Ama nafile duygular, pamuk gibi çocukları geri getirmeyecek. Anne Seher, ikizler ve 56 saat sonra sağ olarak kurtarılan küçük Elif’le moral bulurken, aynı aileden 7 yaşındaki Umut’un, annesi ve kardeşleri kadar şansa sahip olamadığını ve yitip gittiğini öğrenmek ne hüzün verici bir gerçek olsa gerek…
Ya, 17 yaşındaki Arda’nın aniden sona eren hayatına ne diyecektik. Tunceli’den girdiği TEOG sınavında açık arayla Türkiye birincisi olup İzmir’de özel bir kolejde burs kazanmasının akabinde depreme yakalanmak nasıl bir uğursuz kaderin umarsız doğası olarak görülebilirdi ki. 91 saat sonra enkazın altından adeta tekrar dünyaya gelen Ayda’nın annesiz kaldığını ona nasıl söylecektik?
14 yaşındaki İdil, 58 saat sonra mucizevi olarak kurtulurken o melun enkazda yanında hayata tutunmaya çalışan 8 yaşındaki kardeşi İpek’in doğanın adaletsizliğine yenildiğini duyduğunuzda kime ve neye isyan edecektiniz ki…
Erzincanlı müteahhit Hayati Uzun. 1992 yılında yaşadığı Erzincan’daki depremde Emrah adlı torunu vefat eder. Uzun, depremden sonra İzmir’e yerleşerek, bu depremden en çok zarar gören binalardan biri olan Emrah apartmanını inşa eder. Lakin bu kez de kendi yaptığı binada diğer iki torununu ve gelinini kaybediyor. Oğlu ağır yaralı olarak kurtarılıyor. Ne garip ama ne kadar da acı veren bu hikâyeye ne demeliyiz ki…
xxx
Evet, meşhur klişe sözü tekrarlayalım. “Deprem değil, binalar öldürür.”
Aslında, “Şiddetli deprem de öldürür” sözü daha gerçekçi bir saptama olabilir. Lakin bir afet uzmanının dediğinden hareketle şu soruyu sormamız gerekiyor:
Dünya ülkeleri arasında deprem sıklığı sıralamasında Türkiye altıncı iken depremden ölüm sayılarında neden üçüncü sırada? Neden?
Bunun cevabı basit aslında. Bina yapımında kullanılan standart dışı kalitesiz demir ve içi deniz kumuyla doldurulmuş beton. Bu yapıları denetleyecek o kadar kurum varken bina ruhsatı verilmesini nasıl yorumlayacaktık ki.
Ya, ülkede sürekli çıkarılan imar affı kanunlarına ne diyecektik ki...
Bir de üstelik bu dayanıksız binaların girişlerinde bulunan ticari işletmelere alan kazandırmak için kimi kolonların kaldırılmasına ne demeliydik ki…
Deprem ülkesi Japonya’da neredeyse tüm katlı binaların raylı sistem üzerinde oturtularak inşa edildiğini ve şiddetli deprem esnasında bu sistem sayesinde binaların yıkılmadığını bilmek bizim için daha da kahredici bir bilgi olsa gerek. Biz ise buna geçeceğimize yetersiz yapılara af getirmekle geçiriyoruz kıymetli yıllarımızı.
İnsan beyninin depremden korkmak üzere kodlanmamış olduğunu biliyoruz. Bir fare veya bir yılan gördüğümüzde refleks olarak aniden kendimizi korumaya geçtiğimizi biliyoruz. Lakin depremde ise aynı refleksi göstermeden depremin geçmesini bekliyoruz. Ama doğa bazen beklentilerinizi boşa çıkarıp, pekâlâ da fare veya yılandan daha ölümcül sonuçlar gösterebiliyor.
Özcümle hem çaresiz bireyin hem devletin artık deprem tehlike riskini içselleştirip gerekli önlemleri bilimin ışığında alma vakti geldi de geçiyor bile. Deprem öncesi, esnası ve sonrasında neler yapmamız gerektiğini bilme merakı, bugünkü hava durumunu öğrenme merakından çok daha fazla güçlü olursa, devlet de yapılaşma ve bina sağlığı alanında bilimin peşinden gidip gerekli icraatları yaparsa, çocukların, gencecik yeni Umut’ların, İpek’lerin ve Arda’ların bu kadersizliğine karşı koymak mümkün olacak.
Deprem yoğun topraklarımızla barışık yaşamak istiyorsak, deprem ve maddi manevi etkileri geçtikten sonra hayat eskisi gibi devam etmesin lütfen.
Kadere sığınmak kaderimiz olmasın.
XXX
Her türlü tehlikeye rağmen, beton yığınlarının altına inerek karanlık, tozlu, havasız ve tonlarca ağırlıktaki kütlelerin her an başlarına düşme riskine karşın tek bir canı kurtarmak için canla başla saatlerce uğraşan kurtarma ekiplerine büyük borcumuz var.
Onlar, insanlığı ve kadim iyiliği hatırlatıyor bize bu karanlık ve toz içindeki zamanın ruhundaki dünyada.