Sorgulamak için yazmak

Avram VENTURA Köşe Yazısı
4 Kasım 2020 Çarşamba

Niçin yazdığım konusu, beni zaman zaman düşünmeye yöneltmiştir. Bu güne değin, bir deneme yazısının sınırları içinde, benim için önemli olan birçok nedeni öne çıkarmışımdır: Keyif aldığım için… Kendimi ifade etmek için… Paylaşmak için…

Geçenlerde bir çalışmayla ilgili yazılarımı elden geçirirken, ilk kez şunun farkına vardım: Ben daha çok sormak, sorgulamak için yazıyormuşum!

Bu kez de şunu düşündüm: Yazmak için böyle bir neden olabilir mi?

Benim için olabilir, dedim.

Bu arada çocukluk, gençlik dönemlerimi anımsadım. Gerek bilgiye ulaşma, gerek özgüven ve gerekse yeteneklerimiz açısından günümüz çocuklarıyla kıyaslandığında, kendimi o denli gerilerde görüyorum ki… Okul sıralarında olduğu kadar, günlük hayatta da soramadığım ya da sorup da yanıtını alamadığım soruların ağırlığını, uzun zaman boyunca omuzlarımda taşıdığımı düşünüyorum. Bu belki içinde bulunduğum yetişme ortamından, belki yakın çevremin bilgi yetersizliğinden, belki de benim daha olgunlaşmamış kişiliğimden kaynaklanıyordu. Demek ki aradan yıllar geçtikten sonra, düşünme ve soru sorma konusundaki eksikliğimi hissetmişim. Bu yüzden yazının engin okyanusuna açıldığımda, önümdeki sorgulama ufkunun daha çok genişlediğini görüyorum. Nitekim ele aldığım konularda, aradığım yanıtlar kadar, sorularımla okuru düşünmeye yönlendiriyorum.

Her zaman yinelediğim gibi sorular önemlidir; bir soru ortaya atıldığında, yanıtı nasılsa aranacak ve bulunacaktır!

Alan Watts, Doğu’nun ve Batı’nın Psikoterapisi adlı kitabının bir yerinde, ünlü Alman düşünürü Wittgenstein’den bir alıntı yapıyor:

“Eğer ortada sorulacak bir soru varsa yanıtlanabilmelidir… Kuşku sadece soru olan yerde barınabilir; soru sadece cevap varsa vardır, bu da sadece bir şey söylenebiliyorsa mümkündür.”

Bu arada felsefenin kuşkudan beslediğini, yanıtlar doğrultusunda kendi doğrularını aradığını da belirtmek isterim.

Watts, anlatımını bir öyküyle sürdürüyor:

Bir psikiyatr, bir Zen ustasına nörotik insanlarla nasıl başa çıkabildiğini sormuş. “Onları tuzağa düşürerek” diye bir yanıt alınca, nasıl yaptığını merak etmiş. Bu söze karşılık Zen ustası, “Onları artık soru soramayacak bir hale getiriyorum!” demiş.

Sorular iki yanı keskin bıçak gibidirler. Bir yandan kuşkularımızı, düşüncelerimizi kışkırtırken, öte yandan bulacağımız doğru yanıtlarla aydınlanmamızı sağlar. Kuşkusuz yeni bir sorunun çengeli, beynimize takılıncaya kadar…

Nâzım, Hasret şiirindeki bir dizesinde, “Aklının aydınlığına sorular sormayalı” diyerek, aklın aydınlığı ile sorular arasındaki ilişkiyi vurguluyordu.

Ben ise sorularımla okuru kışkırtmak isterken, kendi payıma aklımı daha çok aydınlatmaya çalışıyorum.