Uçaktan otomobile geçiş 2020 yazının seyahat deneyimimi çok farklılaştırdı. Her şeyi en etkin şekilde yapma hevesinden vazgeçince, kapıdan kapıya tek vasıta ile seyahat etmenin keyfi ortaya çıktı. Stres yok, acele yok, İstanbul’dan Marmaris’e sekiz saatte rahat bir yolculuk. Dönüş de öyle. Sekiz günlük tatilin iki günü yolda geçsin, varsın yavaş aksın hayat…
Paralı otoyolda uçakla değil otomobili ile uçmaya hevesli 34 plakalılar dikkat çekiyor. Sol şeridi sahiplenmiş, önündekinin k.çına yapışıp selektör yapan karakterlerin analizini yapıyorum. Büyük ciplere binenler en hızlı sürenler. En yüksek ÖTV’yi verdiklerinden olsa gerek, yolun sahibi gibi gidiyorlar. O süratte üç litre motor ve 8 silindirle gaza bastıkça su gibi giden yakıtı hiç düşünmüyorlar mı acaba? Belki büyük bir şirkette yöneticidir; belki bir TOKİ müteahhidi, belki de altın madeni ruhsatı çıkartmış bir komisyoncu. Normal hızda gidenler arasında Nissan Qashqai kullananlar da dikkat çekiyor. Makul, akılcı… Büyük ihtimalle tutumlu, az da olsa bir tasarruf sahibi, CHP seçmeni, gibi fikirler geçiyor kafamdan.
Paralı otoyolun malum, bir ayağı Istanbul olduğundan şehrin stresi yola yansıyor. Dağı yarıp ortasından geçmek yerine, ormanların ve tabiatın içinde eriyen köyleri merak ediyorum. Bu kez, dürtülerime teslim olup Ağustos ayı sonunda motorla Güney’e inme kararı veriyorum. COVID için ideal seyahat türü: hem havadar hem de sosyal mesafeli.
Hayat yolculuğunu farklı bir şekilde deneyimleyebilmek için zaman zaman otoyoldan çıkmak gerekiyor. Tali dağ yollarında, güneşin batışından başka herhangi bir zaman baskısına izin vermeden, tek başına, bir virajdan diğerine akan bir yolculuk. Doların hali, Türkiye’ye artık gelmeyen yatırımcılar, küresel ısınma ve gelir bozukluğu gibi kafamı meşgul eden fuzuli konular zihnimin derinliklerinde kolaylıkla kayboluyor. Nefes almak, dinlenmek ve resim çekmek için sık sık duruyorum. Cep telefonundaki resimler o dinginliğin hakkını veremese de, o andaki hissi hafızama kaydedebiliyorum.
Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın, Muğla, Antalya, Isparta ve Burdur. Sayısını hatırlamadığım kadar çok köylerden geçtim. Bazıları çok ücra yerlerde, tek şeritli bozuk yollarla ulaşılabilen, ırak köyler. Bir saatte en fazla 3-5 araba geçiyor. Ne yazık ki, cennet misali tabiatın yer yer nasıl iğfal edildiğine de şahitlik ediyorum.
Urla’nın tepelerinde 900 metrelere kadar çıkan şarap bağlarının sessiz ve tılsımlı güzelliği altın aramak için hektarlarca ormanın kelleştirildiğinin üzücü gerçeği ile perdeleniyor. Toros Dağlarında 1200 metrelerdeki çam ormanlarının inanılmaz kokusuna ortalığı hallaç pamuğuna çeviren HES inşaatlarının tozu karışıyor; taş ocaklarından çıkan artıklar yamaçların topografyasını değiştiriyor. Gelecek nesillerin hazinesini bugün biz harcıyormuşuz gibi geliyor.
Küçük köylerdeki resim genelde birbirine benziyor. Erkekler kahvede, kadınlar kendi boyundan dört kere büyük çalıları sırtlamış, yol kenarından yürüyorlar. Bazı köylerde karantina uygulanıyor; girişleri komple kapalı. Traktörler eski, evler derme çatma, hayvanlar yollarda serbestçe geziniyor. Genç insan sayısı az. Ne yazık ki, büyük şehirlerinde 21. yüzyılı yakalamaya çalışan Türkiye’nin küçük köylerinde halen önemli bir fakirlik hâkim. Tarım ve hayvancılık ile uğraşan kesimin kalkınma pastasından kalan kırıntılarla yetinmek zorunda kaldığını düşünüyorum.
Köy yollarında otoyoldaki 34 plakalı fiyakalı ciplerden pek eser yok. Onun yerine, yağ yakarak gezen eski Renault 12’ler, Toros’lar, Murat 124’leri görmek mümkün. Doların artışı, Türkiye’nin dış ticaret açığı veya dış politikası onları pek ilgilendirmiyor belki. Apple’ın 2 trilyon doları bulan piyasa değeri de… Bu insanların hikayelerini dinlemek, onlarla uzun sohbetlere girmek isterdim diye düşünüyorum. Ama yol çağırıyor, sürmek gerek.
Kısa da olsa, yolculukta karşılaştığım erkekler ile motor üzerinden illâ ki bir muhabbet dönüyor. Motorun orta yaş erkekler için bir gençlik özlemi ve özgürlük alanı açtığına dair gözlemim değişmiyor. Salda Gölü’ndeki benzinci de Aydın Karpuzlu’daki kahveci de memleketin gidişinden mutlu değil. Doların yükselişi ile ilgilenmeseler de ağır geçim sıkıntısı hissettikleri her hallerinden belli oluyor.
Yan yollarda hem güzellikler hem de üzücü görüntüler var. Yine de zaman zaman ana yoldan ve her şeyi acele ile yapma alışkanlığından uzaklaşıp yan yollara girmek iyi geliyor.