Yaşadığım tarihi kentin doğu meydanında, gittiğim spor salonunun yer aldığı mini bir çarşı var. Çarşı o kadar küçük ki, geniş ve uzun bir koridorun iki yanında mağazalar dizilmiş. Büyük bir süpermarket, oyuncakçı, kuaför, birkaç konfeksiyon mağazası, iki ATM ve üst katında spor salonu. Neredeyse hepsi bu. Kış aylarında, sabah çarşının otomatik kapılarının açılmasıyla, girişte havalandırmanın ısıttığı alana yürüteçleriyle birlikte birkaç yaşlı girer ve orada zaman geçirirler. Bu yaşlılar, evsizlerdir. Meydanın yakınlarında geceledikleri barınağın sabah temizlendiği saatlerde ağır adımlarla yürüyüp, çarşının girişine yerleşirler.
Dagens Nyheter gazetesi 5 Kasım tarihli sayısının kültür ekinde 65 yaşındaki Helén Hanım’ın resmini yarım sayfada yayınladı ve haberin altına başlığını attı. “Bir kahve alacak durumum yok.” Helén Hanım gibi 65 yaş ve üzerinde olan kesimin yüzde 16’sı, İsveç’te yoksulluk sınırının altında gelire sahip.
Şaşırtıcı mı? Birçok kişinin “İsveç’te ‘yoksulluk’ var mıydı?” diye sorduğunu duyar gibiyim. Hatta bu veri ve gözlemleri paylaştığım çevrelerde soruyu ‘evet’ diye yanıtlıyorum.
Yaşadığım ülkeyi daha iyi tanımak ve anlatmak adına, EAPN (Avrupa Yoksullukla Mücadele Ağı) üye ülkelerinden İsveç’in ‘yoksulluk raporunu’ okudum. Bu resmi rapora göre yoksulluk son yıllarda İsveç’te artmakta ve halkın yüzde 45’i bunun İsveç’te ciddi bir sosyal sorun olduğu görüşünde. Üstelik rapor, kayıtlı adrese sahip nüfusu kapsıyor. Yani evsizler, kaçak çalışanlar ve belgesiz sığınmacılar verilere yansımıyor. Bunun yanı sıra, kimin ‘yoksul’ olarak tanımlandığı da istatistikleri şekillendirebiliyor. ‘Mutlak yoksul’ (en ağır tablo), ‘ciddi maddi yoksul’ ve ‘göreceli yoksul’ diye kavramlar türetilmiş. Oranlar İsveç için sırasıyla yüzde 6, yüzde 1,6 ve yüzde 16,4. Kısacası İsveç’te yoksullukla ilişkilendirilen nüfus oranı yüzde 24! Evsizler ve kayıtsız göçmenler hariç!
Toplumda, ortalama gelirin yüzde 60’ının altında gelire sahip bireyler ‘göreceli yoksul’ ve ‘yoksulluk riski taşıyan’ olarak tanımlanmış. 2008 - 2018 yılları arasında bu oran İsveç’te yüzde 13’ten yüzde 16,4’e yükselmiş. Orandaki artışı rapor, gelir dağılımındaki eşitsizliğin artışına bağlıyor; yani en düşük seviyedekilerin geliri azalmıyor.
Hayat kalitesinin yüksekliği ve mutluluk indekslerinde liste başlarında anılan İsveç’te peki kim bu yoksul bireyler? Genç erişkin, yalnız çocuklu anneler, dul ve kadın emekli İsveçliler yüzde 12,3 orana sahip. Yurtdışında doğmuş İsveçli çocuklar yüzde 33,5 ve yurtdışı doğumlu İsveçliler yüzde 37,7’lik dilimi oluşturuyor.
Bir başka sorunun akıllara geldiğini sezer gibiyim. Peki, bu insanlara devlet bakmıyor mu? Raporu yazanlar devletin sosyal organlarının yavaş, çok detaylı ve utanç verici bir biçimde çalıştığını kabul ediyorlar. Yetkililer sağlıklı beslenmek için asgari tutarın tek kişi için aylık 215 Euro olduğunu belirlemişler. Buna karşılık 215 Euro verilen sosyal yardımın yüzde 55’ini kapsıyor. Kalan yüzde 45’i siz hesap edin ve bu meblağdan kişisel hijyen, kıyafet, sigorta, telefon masraflarınızın karşılanacağını düşünün! İltica edenlere verilen maddi destekse daha bile kötü. Raporda dikkat çeken bir diğer veri de göçmenlere psikiyatrik yardıma hiçbir kaynak ayırılmadığı noktasında. İsveç’teki emlak sorununu ise ayrı bir yazıda anlatmak gerekir.
Yazıyı sonlandırırken küçük (!) bir detayı atlamamak gerek. İsveç, dünyada en çok vergi toplayan ülkelerin başında geliyor. İskandinavya rüyasının aslında kimileri için ‘kâbus bir yaşam’ olduğuna kim inanırdı?