Yıl 1996. Ünlü Amerikan kanalı MSNBC’nin kurucusu ve ortağı Roger Ailes, kendisinin karıştığı iddia edilen bir seks skandalının akabinde kanaldan ayrılmak zorunda kalınca, ideallerini gerçekleştirmek için dev medya patronu Robert Murdoch’a yeni bir televizyon kanalı kurmayı önerir.
Roger, muhafazakâr bir Cumhuriyetçi Parti üyesi olmasının yanında göçmenlerden ve siyahilerden korkan ve onların ABD’yi ele geçireceği kaygısıyla yaşayan ve hatta evinin altına devasa bir sığınak yapacak kadar paranoya içinde olan parlak bir beyindir esasında.
Ailes, ülkesine sol ideoloji hakim olduğundan gerçek Amerikalıları korumanın yolunun güçlü bir Cumhuriyetçi Partinin olmasından geçtiğine inanmaktadır.
Bunun için kolları sıvar ve Murdoch’a neden yeni bir kanal kurmak istediğini şöyle açıklar:
“İşimiz, dışlanmış ve yok sayılan Amerikalılara, seslerinin duyulacağının düşüncesini satmak olacak. Dünyayı onların görmek isteği şekliyle göstereceğiz. Ne olacak biliyor musun? Mevcut gündeme meydan okuyup en güçlü ses olacağız. Bu ülkeye dengeyi ve adaleti geri getireceğiz. Evet, adalet ve denge getireceğiz.”
Murdoch ve iki oğlu meseleye siyasi açıdan öte ticari amaçla baktıklarında büyük bir fırsat yakaladıklarını görürler, zira Amerikan televizyon haber kanalları genelde okumuş, eğitimli ve de elit kesimlere hitap eden ve duygulardan çok, bilgiyi ve gerçeği merkeze koyan bir habercilik anlayışına sahiptir. Lakin, ABD salt eğitimli kesimden oluşmuyordu.
Murdoch, Ailes’in önerisini kabul eder ve onun istediği formatta habercilik yapacak olan Fox News kanalını kurar ve başına onu getirir. Fox News iki sene içinde Amerikan haber kanallarının hepsini geçerek reytinglerde genelde birinciliği kapar. Gerçek algısını değiştirerek, kendisine göre ezilen Amerikan muhafazakâr kesimin seveceği haberleri öne çıkarır. Kimi zaman amacına ulaşmak ve kitlesini ayakta tutmak için gerçekleri eğer, büker, çarpıtır, hatta kimi zaman yarı yalan haberler de yayar. Murdoch’un oğulları buna karşı çıkar ama baba Murdoch kendisine yılda milyonlarca dolar kazandıran bu yeni habercilik anlayışına ‘devam’ der.
Ailes, ülke çapında büyük üne kavuşur ve sağcı politikacıların baş tacı olarak, daha önceleri George Bush’a başkanlık için yaptığı gönüllü danışmanlığını 2016 seçimleri öncesi Donald Trump’a da yapar. Trump’ın tüm iletişim kampanyasını ve algı mühendisliğini o yönetir. Ve Trump seçimi kazanır.
Trump’ın iktidara geldiği günlerde, Roger Ailes, yeniden cinsel taciz suçlamalarıyla tam 20 yılını verdiği Fox News’dan da ayrılmak durumunda kalır.
2017’de ise gönlü kırık halde ve yalnızlığın verdiği sefil duygular altında vefat eder ama bugün konuştuğumuz post truth (gerçek sonrası) dönemimin en büyük hakikat bükücü iletişimcisi ve bunun üzerinden algı yaratıcı gurusu olarak tarihe geçer.
***
Donald Trump şüphesizdir ki ondan çok etkilenecekti. Ailes öldüğünde Trump, iktidarının balayı günlerindeyken, “Gerçek bir dostumu kaybettim” diyecek ve ondan öğrendiklerini siyaset biliminde yeni bir kuram olarak görülen Trumpizm olarak hayata geçirmeye başlayacaktı.
Trumpizm, bir anlamda, aşırı liberalleşme ve küreselleşme ile birlikte yoksullaşmaya başlayan genelde yerli Amerikalıların sesi olarak yükselmeye başlayacak ve bu kesimin desteğini almak için bilgiyi ve gerçeği ters yüz ederek, onların haklarını koruyormuş gibi görünen algı mühendisliği meyvelerini satarak, bir post modern popülizmi olarak siyasete hakim olacaktı.
Donald Trump bugün seçimleri kaybetmiş olmasına rağmen Amerikan halkının yüzde 47’sinin oyunu almış durumda. İnsan şaşırmadan edemiyor zira bu kadar yanlışı, çarpıtması, yalanı ortaya çıkmış, ırkçılığın çevresinde gezinen kimi grupların açık desteğini almış ve ABD’nin kurumsallaşmış yapısını hallaç pamuğu gibi atarak, liyakat yerine yandaşlığı hayata geçiren, birleştiricilik yerine ötekileştirmeyi normalleştiren, COVID-19 salgınını bertaraf etmek için insanın kanına dezenfektan enjekte edilmesini bile öneren, Küba kökenli Amerikalılara, “Bana oy vermezseniz, Demokratlar ülkemize Küba’daki sosyalizmi getirecek” diyebilen böylesi bir profile nasıl bu kadar oy verildiğini sorgulamak aslında sosyolojinin en büyük hedefi olmak zorunda.
Bugün hâlâ, kaybedilmiş seçimi “Ben kazandım” demeye devam ederken, toplumda alıcısı çok olan gerçeklikten kopmuşluğa evrilen toplumsal histeri hali çok acı verici.
Evet, bilgiye, gerçeğe dayanan hatta ona tapan ve bu yolla Amerika’nın kaymağını yiyen eğitimli ve elit kesimin bilgiçlik kibrine ve eğitimsizleri küçük görmelerine karşı bir tepkidir söz konusu olan. Kimliğini, işini, onurunu kaybetme korkusunun, hakikatlerin yerine, yalanlara sahip çıkmayı zorunlu kıldırdığı bir toplumsal dönüşüm ve hakikat işine gelmediği zaman ‘mağdurun’ suratını öteki yana çevirmesidir, söz konusu olan.
Bugün Trumpizm, ABD halkının karpuz gibi ikiye bölünmesinin sonucudur. Bir yanda, iç politikada popülist, aşırı milliyetçi ve beyazın üstünlüğünü savunan, dış politikada izolasyonist ve dünya liderliği vasfından uzaklaşıp kendi içine dönmek isteyen, ekonomide de içe kapanmacı muhafazakâr bir Amerika varken karşısında neredeyse tün bu eğilimlerin karşısında olan liberal ve sol’umsu Amerika durmakta.
Fay kırığı çok derin ve Trumpizm bunun kaymağını yemek için kollarını sıvamış durumda. Müşterisi çok. Zira hayatta kalma güdüsü ve kaybeden olmama refleksi insanı, her şeyi elinin tersiyle itip yalana bile yaslandığı bir zeitgeist’te götürüyor.
Yalnız ve korunmasız bireyin çektiği acıyı çok iyi kullanan bu neo-popülizm bütün dünya için aynı tehlikeyi içeriyor. Parlak beyinli bir medya baronunun tarihte gördüğü benzer uygulamaları günümüze uyarlayarak telif hakkına sahip olduğu ve sonra da Donald Trump ve benzerlerinin uygulamaya soktukları neo-popülizmin yeni sürümü, Trumpizm insanlığı tehdit ediyor.
Beyazın siyah olduğu algısı pompalanıyor.
Kitleleri kendine çekmek için yalan normalleştiriliyor.
Yalan yayılarak hakikat kirleniyor.
Sis perdesi iyice kalınlaştığında ise, artık kimse gerçeğin ne olduğunu anlayamıyor.
Hakikat adına hüzünlü zamanlarda yaşıyoruz, ezcümle…