Yeni deneyimler için her an güzel bir andır. Yeter ki gönlünden geçen heyecanları gerçekleştirmeye hazır olsun insan.
Uzun zamandır koca şehirde aynı küçük coğrafyanın içinde hareket ediyormuşum meğer. İki günlük bir doğa gezisini birlikte yapacağım arkadaşlarla buluşmak üzere Mecidiyeköy’e doğru giderken fark ettim. Koskoca şehr-i İstanbul’u bir mahalleden ibaret yaşamaya başlamışım meğer...
Oysa hep sınırları aşmaktan söz ediyordum. Eh, tam da sınırları aşmak üzere kaydolduğum bu tura giderken bunu fark etmek önemliydi herhalde.
Geçtiğimiz hafta sonu hiç tanımadığım insanlarla hayatımın ilk çadır turuna doğru yola çıktım.
Doğaya doğru bir yolculuktu bu. Önümüzdeki kış dönemi pandeminin de zorlamasıyla kolay kolay evden çıkamayacağımız düşüncesi beni bu son dakika sıçramasına yönlendirmişti. Sıçrama, evet yanlış okumadınız, sıçrama dedim. Çünkü kendi mahalleme kapalı gibi yaşadığım uzunca bir sürenin ardından cuma günü ani bir kararla hafta sonumu doğada geçirme fikrini değerlendirmiş ve bildiğim bir acentenin bu turuna son dakika dahil olmuştum. Evet, sıçrama, çünkü çok değil, yola çıktıktan bir kaç saat sonra, sonbaharın en güzel renklerini sundu doğa gözlerimize. Kayın, gürgen ve meşe ağaçları ile çevriliydik. İğneada’da longoz ormanlarında çadırlarımızı kurmuştuk bile. Rehberimiz ve şoförümüz dahil sekiz kişilik küçük bir gruptuk. Fark ediyorum. Doğaya yakın yaşayan insanlar başka bir güzel oluyorlar. Daha paylaşımcı, daha yardımsever. Daha aydınlık, daha mutlu.
Şehrin zorladığı bireysellik doğada yok oluyor. Ekip ruhu ön plana çıkıyor. Bir şey daha oluyor doğada.
Susuyor... Beyninizin içindeki kakafoni, sonunda susuyor... “Yaptın, yapmadın savaşları; oldular, olmadılar; keşkeler, belkiler, ya öyle yapsaydımlar, demiştimler... Ama benler... Hepsi ve her biri sonunda susuyor. Yeterince zaman verirseniz kendinize, takılmamayı becerdiğiniz an tüm bu ikilik yaratan düşüncelerin zihninizin tiyatro sahnesinden geçip gitmelerine izin verirseniz... Sonunda susuyorlar... Yerlerini bir huzura bırakıyorlar. Dünün ve yarının silikleştiği, şimdinin, şu anın, aldığınız nefesin, esen rüzgarın, öten kuşun, üzerinize yağan yaprak yağmurunun, siz onu izledikçe kıpırtısız durarak ölü taklidi yapan kurbağanın önem kazandığı bir dikkate dönüşüyor bakışınız. Hani nerdeyse açmakta olan püren kardelenin -ki çok nazik bir çiçek gibi görünse de adlında mantar familyasından olduğunu anlatıyor rehberimiz Osman- açtığını duyuyorsunuz oturduğunuz yerde...
Türkiye’de yaşadığı tespit edilen 467 cins kuştan 262’si bu coğrafyada görülebilirmiş. Biz inanılmaz güzellikteki mavi renkli yalıçapkını ve hamarat ağaçkakan ile tanıştık bu gezide. Renk renk, boy boy mantar gözlemledik yürüyüşlerimiz buyunca. Ağaçlara sarıldık, yeni dostlarla tanıştık ama en çok kendimizle buluştuk. Daha sakin, daha rahatlamış, daha duru olan kendimizle, özümüzle...
Doğa her zaman iyi bir fikirdir