Estetik yoksunluktan bahseden bir yazı yazmak istiyordum. Etrafımdaki nizamsız, zevksiz(?), derme çatma altyapıların bir süre sonra fark edilmez hale geldiğini ve insanın gözünün çirkinliğe alıştığını yazacaktım. Bununla yetinmeyip, insanın bu çirkinliğe alıştıktan sonra, onu katmerli iyi hale getirmek için bitip tükenmeyen bir temizleme, parlatma, fırçalama, ovma çabasını üzülerek tarif edecektim. Öyle ya, o kadar çabanın bir kısmını göze daha hitap eden birkaç düzeltmeye harcamalı insan… Bu yazı böyle uzar giderdi örneklerle, ancak bana bir şey oldu, Kış Uykusu’nu izledim…
Nuri Bilge, aynı benim gibi, estetik yoksunluktan hazzetmeyen baş karakterine (adını da Aydın koymuş), aynı benim gibi bu konuyu köşe yazısında yazdırmış. Bu kadar narsist bir karakterin, bulunduğu çevreyle hiçbir duygudaşlık kurmadan sadece yazarak bir şeyleri değiştirebileceğini sanması epey çarptı beni. Değiştirmek ve hatta dönüştürmek istediklerimizin arzularını anlamadan, aynı kaderi paylaşmadan, öğretmenlik yapabileceğimizi sanmak Nuri Bilge’nin kendinde de eleştirdiği gibi aslında büyük bir yanılgı… Birlikte değer inşa etmek yerine diğerinin değerini küçük görmek… Başta kendisini, Nuri Bilge bu ülkede yazan çizen herkesi bir hesaplaşmaya çağırmış…
Bu yazı bizim coğrafyada aydın ‘denilen’ kitlenin ikilemi üzerine olsun o halde. Bugünlerde yeni başlayan Berkun Oya imzalı ‘Bir Başkadır’ adlı dizide de Peri adlı terapist kadın karşısındaki baş örtülü danışanına empatide zorluk çekiyor. Onun Esra Erol evlilik programı izlemesine, her şeyi ‘hoca’ya sormasına adeta kızıyor. Türkiye’de iki grup var ki bu coğrafyanın dindar/ geleneksel insanına tahammülsüz: Ailesinden körü körüne batılılık görenler ile ailesinde süregelen taşra kimliğinden utanıp onu gizleyip yok etmek isteyenler.
Bu coğrafyada ‘batılı’ diye tarif edilen eğitimi alan kişiler gelişmişliği anladığını sanıp, içinde bulunduğu ortamı kötü, yanlış bulma eğiliminde. Nuri Bilge de kendini topa koyuyor bu konuda… Aydının ikilemi bu, kendi ülkesine batılı gibi bakıyor ve ulaşmaya çalıştığı ideal üzerinden toplumu eleştiriyor. Filmdeki Aydın, imamı da dış görüntüsü için eleştiriyor, kafasındaki imge belki de papaz.
Bazı olgunlaşan aydınlar, sonradan bu kibrin farkına varıp kendinden pek hoşlanmıyor ve bunu gerek sanat eserleriyle, gerek yazılarıyla gerek de demeçlerle ifade etmeye çalışıyor. Nuri Bilge gibi Orhan Pamuk da, içine doğduğu batılı çevreye kızgın, ancak bundan sıyrılma çabalarında eğreti kalıyor… “Burjuvazi beni çok sinirlendiriyor. Küstahlıklarından tiksiniyorum. Egoistlikleri ve kendi vatandaşlarından nefret etmelerinden hiç hazzetmem. Kadınlarının birçoğuna, sadece başörtüsü taktıkları için tepeden bakarlar. Bu tutumları bana, eskiden Güney Afrika'da beyazların siyahlara bakışlarını anımsatır” diyerek Pamuk her ne kadar kendini aklamaya çalışsa da ‘Kar’ adlı romanında İslamcıları tam bir oryantalist (batıdan doğuya bakma ve eleştirme şekli) bakışla küçümsüyordu bana göre.
Kısacası ‘Kış Uykusu’ uykudan uyandıracak bir film olmuş… Kendimiz olma şansını kaybetmenin travmasını yaşıyoruz. Her aşağılamamızda aslında batı tarafından kendi aşağılanmışlığımızı hatırlıyoruz. Kızgınlığımız ve kibrimiz ondan.