ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, giderayak, İstanbul’a gelip, Kanuni Sultan Süleyman’ın bu ünlü vezirinin (aynı zamanda damadının) yaptırdığı camiyi ziyaret edince, Paşa’yı daha yakından tanımak bana farz oldu. Hemen internete girip hayatı hakkındaki çok geniş bilgileri alıp sizinle paylaşmak bana fazla kolay geldi ve vazgeçtim.
Ancak daha evvel denediğim bir yöntemi kullanmayı tercih ettim. Zaman tüneline girip 1590 yılına, Paris yakınlarındaki Mantes kasabasına ışınlandım. Paşamızı yakından tanımış ve onunla sık sık görüşen bir kişi ile mülakat yapmak istiyordum. Dolaysıyla orada oturan Avusturya’nın Dersaadet’teki aslen Hollandalı olan büyükelçisi Ogier Ghiselin de Busbecq’ten randevu talep ettim. Sağ olsun, beni kırmadı ve evine davet etti.
Tahmin edeceğiniz gibi evi ve bahçesi lale saksılarıyla doluydu. Konuya oradan girdim:
-Ekselansları bakıyorum hâlâ lale merakınız devam ediyor.
(Şu andan itibaren italikle yazdıklarım birebir Ghiselin de Busbecq’in sözleridir1.)
-Tabii… Çiçek sevgisini Türklerde gördüm. Öylesine aşırı ki yeni açmış bir çiçek buketi için servet harcamaktan çekinmezler. Etkilenmemek mümkün değildi ve benim için de büyük bir masraf kapısı idi.
-Teşekkür ederim Ekselansları. Daha evvel bildirdiğim gibi Rüstem Paşa ile ilgili görüşlerinizi almak için geldim. Zannedersem İstanbul’a gelir gelmez adeta ayağınızın tozuyla onu ziyaret ettiniz. Ama Paşa, o tarihte Sultan tarafından azledilmişti…
-İstanbul’a 20 Ocak’ta vardım… Sultan ordusu ile beraber Asya tarafında idi. Şehir boştu. Vali hariç, Hadim İbrahim Paşa ve Rüstem Paşa’dan başka kimse yoktu… Ancak gerek eski işgal ettiği makamına hürmeten ve ilerde yeniden Süleyman’ın gözüne girebileceği düşüncesiyle onunla tanışmaya gittim. Resmî bir görüşmeydi. Kısa sürdü ve hediyelerimizi verip ayrıldık.
-Rüstem Paşa’nın tekrar iktidara geleceğinden çok emindiniz gibi konuştunuz.
-Bu safhada Paşa’nın niye azledildiğini anlatmam lazım… Süleyman’ın Kırımlı bir cariyeden olan ilk oğlu Mustafa, geleceğin padişahı olarak görülüyordu. Daha önemlisi Yeniçerilerin nezdinde büyük bir saygı ve sevgi sahibiydi.
Ancak bu durum tabii olarak, Sultan’ın nikâhlı karısı Roxalan’ı2 çok korkutmaktaydı. Zira Mustafa tahta geçer geçmez, kendi oğulları Selim, Beyazıt, Mehmet ve Cihangir’in katledileceklerini biliyordu.
Muazzam ve o kadar çetrefilli bir komployu, damadı Rüstem, kızı Mihrimah ile birlikte tertipledi. Şehzade Mustafa, babasının gözü önünde ordugâh çadırında boğduruldu ve cesedi Yeniçerilerin önüne atıldı. Büyük bir isyan çıkmak üzereydi. Rüstem ortalığı yatıştırmak için sadrazamlıktan alınmasını Padişah’tan istedi. Arada bazı yeniçeri ağalarını da satın almıştı.
Böylece hem hayatı kurtuldu hem de sükûnet tesis edildi. Yerine Ahmet Paşa getirildi. Amma Ahmet paşanın bu görevde uzun süre kalmayacağından emindi.
Nitekim de öyle oldu. Ahmet Paşa birkaç ay sonra Divan’da öldürüldü ve Rüstem Paşa tekrar sadrazam oldu.
-Göreviniz Osmanlı ile bir barış antlaşmasına varmaktı. Bu yeni durum işinize yaradı mı?
-Kesinlikle. Rüstem, Sultan’ın üzerinde en büyük etkisi olan bir paşaydı. Görüşmeleri onunla yürütmem şarttı. Gayriresmî olarak ilişkileri sürdürerek hatta bazen siyaset dışı meseleleri konuşarak hem samimiyeti ilerlettim hem de güvenini kazanmaya çalıştım.
-Paraya ve servete düşkünlüğünü bu safhada mı öğrendiniz?
-Evet. Çok cimri bir insandı. Para ve servete düşkünlüğünü ve cimriliğini dahi devlet menfaati için kullandı. Fırsat buldukça da kendi kasasını doldurmayı da ihmal etmedi.
-Özür dileyerek soruyorum. Siz ona rüşvet verdiniz mi?
Evet. Ancak olaylar hem komik hem de trajik bir şekilde gelişti. Görüşmeler iyi bir şekilde gelişiyordu. Ama bana karşı tam bir güven duyduğundan emin değildim. En sonunda dayanamadım ve benim kavasımla ona bir sandık içinde 5000 duka altını gönderdim.
Kavas sandıkla geri döndü. Önce endişelendim. Ancak kavasın getirdiği mesaj şu idi: “Elçiye söyle. Bu hediyesinden ziyadesiyle memnun oldum. Bu benim paramdır. Antlaşma imzalanıncaya kadar saklasın. Benim bankerliğimi yapsın. Ama şunu da bilsin, iş sonuçlanınca bu miktarın çok daha fazlasını isteyeceğim.”
Olayın trajik tarafı da şu ki antlaşmanın imza safhasına gelindiğinde Rüstem Paşa vefat etti3. Dukalar benim nezdimde kaldı.
-Son sualim ekselansları… Hüsn-ü kabulünüzü ve çok değerli vaktinizi de istismar etmek istemiyorum. Vefatından neredeyse 30 sene geçti. Rüstem Paşayı nasıl değerlendirirsiniz?
-Keskin zekâlı, ne istediğini çok iyi bilen ve hayret edilecek kadar ileri görüşlü bir kişiydi. Sultan Süleyman’ın şöhretinin her tarafa yayılmasını temin eden odur. Onun idaresi altında her fırsatta gelir arttırıcı tedbirler alınmıştır. Saray masraflarını kısması bir yana--ki bu durum Padişahı bile sinirlendiriyordu-- saray bahçelerinde yetişen sebze ve çiçekleri dahi çarşı pazar sattırıyordu.
Şunu da ilave etmem lazım. Bizimle daima barış içinde yaşamak arzusunda idi. Şu sözlerini hiçbir zaman unutmayacağım: “Görünürde Hristiyanlardan nefret ediyoruz. Ama gün gelecek sizlerle barış içinde yaşayacağız.”
Söyleşimiz burada bitmişti. Teşekkür ettim. Giderayak bana İstanbul’un güzelliğinden ve bilhassa Büyükada’da geçirdiği harika günlerden bahsetti. Ona her tarafın bıraktığından daha güzel olduğunu söyledim ve vedalaştık.
---
PS: Her şeyden evvel St. Michel Lisesinin 8.sınıftaki tarih hocam Ali Rıza Sağman’ı rahmet, muhabbet ve sevgiyle anıyorum. Bizlere geçmiş olaylara nasıl bakacağımızı gösteren odur. Mutlaka nurlar içinde yatıyordur.
1 “İtalik harflerle” yazdığım cevaplar aynen Ghiselin de Busbecq’in ağzından (daha doğrusu kaleminden) çıkan sözlerdir. Bu cümleleri ‘The Turkish Letters of Ogier Ghiselin de Busbecq’ adlı kitaptan aldım. (Oxford, The Clarendon Press 1927). Elçi bu mektupları arkadaşı Macar diplomatı Nicholas Michault’a yazmış.
2 Metinde aynen böyle anılıyor. Hürrem Sultan adı geçmiyor.
3 Antlaşma Rüstem Paşa’nın yerine geçen Semiz Ali Paşa ile imzalanıştı. Ama mimarı Rüstem Paşadır.