Son ABD seçimlerine yönelik, öncesi ve sonrasında dünyada gösterilen büyük ilginin arkasında yatan yegâne neden, kimlik siyasetinin kısmen ABD’yi de ele geçirmesinden hareketle bu siyasetin evrildiği popülizmin dünyada önemli mevziler kaybetmekte olan demokrasiyi orada da teslim alıp almayacağının merakıydı şüphesiz.
Elbette ki, Trump veya Biden’den herhangi birisinin seçilmesinin dünya çapında yaratacağı farklı, belki de karşıt sonuçları olabilecek olası ekonomik ve siyasi değişikliklerin de çok yakinen incelenmesi bu ilginin arkasındaki ikincil neden olabilir. Ancak Trumpizm’in, Trump olmasa da devam edeceği anlaşılan, demokrasi normlarına uygun olmadığı bilinen siyasi tutum ve davranışların, popülizmin yeni sürümü olarak demokrasi ve demokratik ülkelere ne gibi zararlar verebileceği düşüncesi, dünyayı dert edinen sokaktaki vatandaştan, akademisyen ve devlet yöneticilerine kadar zihinlerin merkezine yerleşmiş durumda.
Küreselleşme, ancak ve ancak küresel sermayeye sahip olanlarla ticaret yollarının başında bulunan kesimleri daha da zenginleştirip, fazla artmayan pastada göreceli olarak dezavantajlı duruma düşen geniş halk kesimlerini ise mağdur kılarken, bir de göçmenlerin yerel insanların işlerini ellerinden alma tehlikesi bu yığınlara, kendilerini koruduğunu iddia eden popülist liderlere sığınmaktan başka bir yol bırakmadı. İşte Batı demokrasilerinde, örneğin Polonya ve Macaristan’da sıkça görülmeye başlayan ve şimdi kimi Güney Amerika ülkeleri, Meksika ve Hindistan gibi iyi kötü demokrasi gelenekleri olan ülkeleri bile tehdit eden popülizm, demokrasiye büyük sekte vurmakta.
Yanı sıra, bu durumdan faydalanmak isteyen aşırı sağcı ve ırkçı siyasi partilerin başta Fransa olmak üzere kimi gelişmiş Avrupa ülkelerini etkilediği bir başka gerçek.
Popülizm, mağdur yığınları koruma adına hem yerelde hem de dışarda kimlik siyaseti sayesinde ötekileştirmeye başvururken mağdur insana mağduriyetinin sebebini sürekli öteki’ye faturalama suretiyle geniş kesimleri kendine inandırtmayı başarıyor.
Bu filmin ileri versiyonlarının, yakın tarihte neden olduğu büyük yıkımlarını hatırlamamız da bir yerden sonra bir mana teşkil etmiyor.
Bireylerin değil, toplumun yararına olduklarını iddia ederek yönetimi ele geçiren faşizm ve komünizmin nerelere evrilip ne devasa tahribatlara neden olduklarını biliyoruz.
Bu mutlak gerçeğe rağmen bu ideolojilerin liderlerinin tarz ve üslubu yolunda ilerleyen kimi günümüz liderlerinin mağduru koruma adına tutturdukları söylem ve bulundukları icraatlar, demokrasiye büyük darbe vurmakta.
Gerçeği bükerek, çarpıtarak yarattıkları, mağduru koruyan algı dünyaları onlara inanmaktan ve biat etmekten başka çareleri olmayanların, aslında trajik bir varoluşsal zeminde hayatta kalma mücadelesi vermelerine neden oluyor.
Gerçekte, bu tür yönetimlerin en iyi bilinen örneği, Sovyetlerin yıkılmasından sonra liberal hayata geçeceği sanılan ama bugün neredeyse muhalefetin yok edildiği, göstermelik seçimlerle ve tek adamın müthiş gücüyle yönetildiği Rusya olmalı.
Rusya lideri Putin’e danışmanlık yaptığı ileri sürülen ve bugün yaşayan en etkili Rus siyaset bilimcisi ve düşünürü sayılan Alexandr Dugin, demokrasinin tartışıldığı bir sempozyumda, Batı değerlerini ve liberalizmi temsil eden Fransız düşünür Bernard Henri Levi ile yaptığı ikili bir tartışmada demokrasinin ismini ağzına almadan, ona göre Batı’nın ideolojileri olan faşizmin, komünizmin, liberalizmin ve ‘insan hakları ideolojisinin’ günümüz toplumsal sorunlara cevap veremediğini söylerken bireysel özgürlük yerine toplumsal özgürlüğü vaat eden bir yönetimi savunan görüşleri, aslında bugün popülizmin yollarını bizzat inşa eden ve başka devletlere esin kaynağı olmaya başlayan otokratik Putin doktrinini akla getiriyor.
Sözde toplumun yararı için, kendi kontrolü altında olan ülkenin tüm kaynaklarını tek elde toplayarak halka hizmet götürmek olarak özetlenebilecek bu doktrin tabii ki demokrasinin olmazsa olmazı olan, çok partili serbest seçimler ile muhalefet kavramı ile güçler ayrılığı kaldıracını yok ediyor.
Geriye, danışmanlarıyla birlikte ülkeyi yöneten tek adam kalıyor.
Evet bugün dünya çapında büyük bir oranda ekonomik nedenlerle sıkıntıda olan demokrasiye alternatif olarak bunu sunuyor, Alexandr Dugin. Lakin bu yeni siyasi yapının, ülke içinde bastırılmış muhalif görüşleri yok etmesinden ve doktrinin doğası gereği özellikle bölgedeki yayılmacı ve emperyal ruhundan bahsetmiyor. Zira işine gelmiyor. Otoriter yönetimlerin kötücül ruhlarının duruma göre uyguladıkları sessizliğin güvenli limanına sığınıyor. Zira ülkelerinde itiraz, sorgulama ve muhalefet kültürünü başarıyla yok etmiş durumdalar.
***
Her şeye karşın ABD başkanlık seçimlerinin sonuçları ve bunlara yapılan akıl almaz itirazların yargı nezdinde karşılık bulmaması demokrasi geleneğini yaşatmayı başarabilme noktasında insana umut veriyor.
Evet Biden’ın seçilmesi, halkların istemedikleri liderleri seçim yoluyla değiştirebileceğini tüm haşmetiyle bir kez daha göstermiş oluyor tedirgin demokrasi yandaşlarına. Bununla birlikte Cumhuriyetçi başkanlara, hiçbir zaman oy vermeyen kimi siyahi ve Latin kökenli ABD vatandaşlarının bu kez Trump’a oy vermesi demokrasi serbestiyetinin, bireylerdeki değişen düşüncelerini ifade etme noktasında nasıl da etkin olduğunu bir kez daha kanıtlamış oluyor.
Seçim sonuçlarına yapılan, algı yaratma temelli itirazlar ve oylarda sahtekârlık iddialarına ise Amerikan yargı sisteminin, demokratik normlara uygun davranarak cevap vermesi demokrasi adına başka bir umut olsa gerek.
Genellikle Trump döneminde atanan yargıçların, kimlik siyasetinin çukuruna düşmeden sadece gerçekler üzerinden karar vermiş olmaları takdire şayan bir demokrasi uygulaması olarak görülmeli. Yargıçlar, bürokratlar ve kimi Cumhuriyetçi valiler, başkanları ve yardımcıları tarafından yaratılan algı çalışmalarına rağmen görevlerini doğrular üzerinden yerine getirerek demokrasiyi korumuş oldular.
Demokratik kültür ve geleneklerinin yerleştiği ülkelerde, popülizmin saldırılarına ve demokrasinin kendi içindeki kimi sorunlarına karşın, ‘doğru’dan sapmak istemeyen devlet yöneticilerinin demokrasiyi yaşatmak istemeleri, takdire şayan bir insanlık refleksi olmalı.
Amerikan devlet mekanizması bu sınavdan demokrasi adına büyük başarıyla çıkmış durumda.
Evet, bugün demokrasi, kendi içinde yarattığı popülizm ile otokratik yönetimlerin tehdidi altında var olma savaşı veriyor belki de.
Mücadeleyi kaybederse, özgürlüğümüzü de kaybedeceğiz.
Tehlikenin farkında mıyız?