COVID-19 bir yandan hızla yayılırken diğer yandan Pfizer ve Moderna şirketleri ayrı ayrı aşıyı bulduklarını açıkladı. Joe Biden’ın ABD Başkanlığına seçilmesinin neredeyse kesinleşmesiyle aynı anda duyurulan aşılar dünyada suni de olsa bir iyimserlik havası yarattı.
Suni, çünkü her şeyden önce COVID aşısı henüz kullanılmaya başlanmadı ve aşının bulunması kısıtlamaların kaldırılması anlamına gelmiyor. Aşının bulunması bir umut olsa bile COVID tüm hızıyla yayılmaya ve can almaya devam edecek. Aşıyla veya aşısız, salgın önümüzdeki yılın ortasından önce durdurulamayacak.
Aşı her nasıl yapıldıysa yapılsın, virüs ilk çıktığı günlerde icat edilmiş intibasını yaratıyordu. Hazır bir ürünün bile gereken testlerden geçmesi ve onayları alması yıllar mertebesinde zaman alırken, COVID aşısında tüm aşamaların sadece dokuz ayda geçilmesi ister istemez “aşı zaten vardı da şimdi mi ortaya çıkarıyorlar?” sorusunu akla getiriyor. Bu tabi komplo teorisi gibi görünmekle beraber olası, iyi bir senaryo.
Kötü senaryo ise, dokuz ayda bu aşının sıfırdan icat edilmesi, gereken testlerden geçmesi, gerekli onayları alması ve neredeyse sevkiyata hazır hale gelmesi... Bu senaryo oldukça rahatsız edici çünkü olması mümkün değil. Bu şunu gösteriyor; ya sağlık için gerekli bazı güvenlik önlemleri atlandı ya da ölüm oranının düşük olmasından yararlanılarak pek de işe yaramayan bir veya iki aşı işe yarıyor gibi gösterilerek dünyanın kısa bir süre için de olsa rahatlaması amaçlanıyor. Dokuz ay gibi kısa bir sürede ortaya çıkan bir aşı hastalıkla mücadele etmeyi başarsa da yan etkilerini kestirmek ise oldukça güç.
Bir yandan Biden’ın ABD Başkanı olmasının neredeyse kesinleşmesi, diğer yandan aşıların duyurulmasının yarattığı yalancı bahar her şeyin COVID öncesi hale geri döneceği algısı yarattı. Gerçi korona öncesi dünyanın pek de güllük gülistanlık olmadığını hatırlamak güç değil.
Özellikle Trump yönetiminde ABD, çok hızlı bir şekilde bölündüğü ve neredeyse herkesle problemli hale geldiği bir dönem yaşadı. İşin ilginç tarafı COVID krizi yaşanmasaydı, bu yönetim tarzı ile bile Trump muhtemelen yeniden seçilirdi.
Biden yönetiminin önünde öncelikle finansal ve ekonomik konularda çözmesi gereken son derece fazla problem var. Kaldı ki Trump problem yaratmakla beraber bazı sorunları da ortaya çıkardı ve yüksek sesle söylemekten kaçınmadı. Biden’ın Çin’le anlaşması veya ilişkileri Trump öncesi noktaya getirmesi hiç de kolay değil. Düşünüldüğünde, ABD çıkarlarına da uygun değil.
Biden’ın kabinesinde yer vermeyi düşündüğü FED eski Başkanı Janet Yellen’ın, FED’in direk borsadan hisse senedi alması ve buna uygun düzenlemelerin yapılması gerektiğini söylemesi aslında finans piyasalarının son derece kırılgan olduğunun önemli bir göstergesi. Ancak Yellen’ın önerisi piyasaları kurtaracak olsa da, bilindiği anlamda kapitalizmin sonunu getireceği de kesin. Özellikle finansal piyasalar kapitalizmin olağan dengeleriyle değil tamamen devlet müdahalesiyle yön buluyor.
Mart ayında yaşanan kriz sırasında ABD merkez bankası FED’in şirket bonoları alma kararı gerçekte para etmemesi gereken ve iflas bayrağını çekmesi gereken şirketlerin bonolarının ve dolayasıyla şirket hisselerinin değer kazanmasına sebep olmuştu. Kaldı ki bonolarla para toplayan şirketler düşük fiyatlarla kendi şirket hisselerini satın aldılar. Yellen’ın teklifinin kabul edilmesi halinde iki garip durum aynı anda gerçekleşecek. Birincisi yüksek temettü veren yüksek kredi notlu şirketlerin hisseleri logaritmik (1’e 4 ile 10 arası) olarak artacak. İkincisi ise FED birçok ABD şirketinin resmen en büyük hissedarı ve dolayısıyla sahibi durumuna geçecek. Buna ayrıca minimum vatandaşlık geliri adı altında çalışmayanlara para dağıtıldığı bir süreçle birleşirse kapitalizmin helvasını yiyebiliriz.