NATO nereye kadar?

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
2 Aralık 2020 Çarşamba

Geçtiğimiz günlerde, BM’nin Libya’ya uyguladığı silah ambargosunu denetlemek üzere AB’nin geçen mart ayında başlattığı IRINI olarak adlandırılan bir askeri denetim mekanizması çerçevesinde Türk bandıralı Rosaline A isimli konteyner gemisinde arama yapıldı. Türkiye’nin en büyük deniz taşımacılığı şirketi olan, alanında dünya sıralamasında 25. gelen Arkas Holding’e ait bir kargo gemisine Libya’ya silah götürdüğü şüphesiyle Avrupa Birliği tarafından askeri operasyon düzenlendi. Operasyonu Yunan amiral komuta etti ve baskını Alman firkateyninden helikopterle Türk gemisine inen askerler yaptılar. NATO ülkeleri olan Almanya, İtalya ve Yunanistan’ın yine bir NATO üyesi olan Türkiye’nin bayrağını taşıyan bir gemiye baskın düzenlemesi, birbirinin müttefiki sayılan bu devletler arasında meydana gelmesi büyük bir talihsizliktir. Üstelik, 10-11 Aralık tarihleri arasında düzenlenecek AB zirvesinin hemen öncesinde…

2017 yılında Norveç'te gerçekleşen Trident Javelin isinli  NATO tatbikatında yer alan bir simülasyonda Atatürk ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı hedef alan skandal uygulamalar yapılmış ve ardından özürler dilenmiş, personel görevinden alınmıştı. Ancak konunun ardında kasıt olduğu şüphesi oldukça rahatsızlık vericiydi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bir yıl önce "NATO'nun beyin ölümü gerçekleşmiştir" diyerek ciddi bir sorgulama başlatmıştı. Macron, geçen yıl ABD'nin Suriye'den çekilme kararı ve Türkiye'nin Suriye'ye Barış Pınarı harekatını başlatmasına tepki olarak bu çıkışı yapmış, bu tür önemli kararların müttefiklerle istişare edilmemesini ve NATO'nun sessiz kalmasını eleştirmişti. Macron, sabık Başkan Trump ile “NATO-Avrupa Ordusu” konusunda sert bir tartışmaya girmiş ve bu kapsamda Avrupa’nın güvenlik alanında ABD’ye ve onun liderliğindeki NATO’ya bağımlı olmamasını; NATO yerine Avrupa Ordusu’nun kurulması gerektiğini belirtmişti. İşler Trump’ın, Macron’dan önce NATO’ya olan borçlarını ödemeleri gerektiği uyarısıyla iyice kızışmıştı.

Ancak, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas'ın girişimiyle oluşturulan uzmanlar komisyonu Macron’un eleştirilerini temel alarak bir rapor hazırladı. Raporda, NATO içinde siyasi işbirliği ve iletişimi güçlendirmek üzere 140 tavsiye var. Peki NATO neden karar vericiler tarafından bu kadar çok eleştiriliyor ve tarihsel gelişiminde neler yaşandı, kısaca bir ufuk turu yapalım.

Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO), 4 Nisan 1949’da ABD ve Kanada’nın yanı sıra on Batı Avrupa ülkesinin de imzasının bulunduğu Kuzey Atlantik (Washington) Anlaşması esas alınarak kuruldu. Soğuk Savaş süresince herhangi bir askeri operasyon yapmayan NATO, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni uluslararası atmosferde kendine yeni sorumluluklar atfederek, proaktif bir rol üstlendi. Türkiye tarafından NATO üyeliğine resmen ilk başvuru, 1950 genel seçimlerinden üç gün önce, 11 Mayıs 1950’de Cumhuriyet Halk Partisi tarafından yapıldı ancak bu başvurudan herhangi bir sonuç alınamadı. Seçimlerin ardından ise NATO’ya girme çabaları, iktidarı kazanan Demokrat Parti tarafından yürütüldü. Bu doğrultuda 1950 yılında Kore Savaşı’na asker gönderen Türkiye, 1952’de Yunanistan ile birlikte NATO üyeliğine resmen kabul edildi.

NATO, 90’lı yılların başında bazı askeri operasyonlar gerçekleştirdi. Örneğin Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında yürütülen ‘Operation Anchor Guard’ bu operasyonların ilkiydi. NATO’nun yürüttüğü önemli operasyonlardan bir diğeri ise 11 Eylül saldırısı sonrasında Ekim 2001’de başlatılan Etkin Çaba Harekâtı (Operation Active Endeavour) oldu. Söz konusu harekât, terörizme karşı düzenlenen ve anlaşmanın 5. maddesinin öngördüğü kolektif savunma prensibine dayanan ilk operasyondu. Yani Etkin Çaba Harekâtı ile birlikte ittifak tarihinde ilk kez Washington Anlaşması’nın 5. maddesi işletildi. 2004 yılından itibaren NATO üyesi olmayan ülkelerin de içinde yer aldığı harekât, Ekim 2016’da resmi olarak sonlandırılana kadar devam etti. Anlaşmanın tartışmalara konu olan 5. maddesine göre ise Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da taraflardan birine veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının, hepsine yönetilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve BM Yasası’nın 51. maddesine dayandırılarak bireysel ya da kolektif öz savunma hakkının kullanılabileceği belirtiliyor. Bu doğrultuda silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli eylemlerde bulunulacağı da ayrıca maddeye eklenmiş. Böylesi bir saldırının ve sonucunda alınan önlemlerin derhal Güvenlik Konseyi’ne bildirileceği de ilgili maddenin hükümleri arasında yer alıyor. Resmi web sitesinde yer aldığı üzere NATO, Afganistan ve Kosova’da halen aktif olarak bulunurken, Irak’ta sürdürülen savaş dışı eğitim ve kapasite geliştirme faaliyetleri de güncel olarak devam eden görevler ve operasyonlar arasında yer alıyor. Bunun yanı sıra 2000’lerde Afganistan ve Afrika Burnu gibi farklı yerlerde de operasyonlar düzenleyen NATO, bu operasyonları 5. maddenin ortaya koyduğu kolektif savunma ilkesine dayandırmak yerine, kriz yönetimi başlığı altında yürüttü. Bunun yanı sıra NATO, gerekli gördüğü durumlarda ‘kriz yönetimi operasyonları’ yürütebiliyor. Dünya genelinde yaklaşık 20 bin askeri personelin NATO operasyonlarında ve görevlerinde bulunduğu biliniyor.

Yazımı ülkemizin değerli analisti Can Kasapoğlu’nun tespitleriyle tamamlamak istiyorum. 2017 yılında ‘İstanbul Ekonomi Araştırma adına yapılan bir anket çalışmasında , katılımcıların yüzde 67'si Türkiye'nin güvenliğini NATO dışında kalarak sağlayabileceğini öngörüyor. Kuşkusuz bu yanıtta, Avrupa ülkeleri ile yaşanan krizlerin ve ABD ile Suriye'de yaşanan PYD/YPG kırılmasının izleri ve Türk kamuoyunun ciddi güvensizliği var.’ NATO, yalnızca siyasi değil askeri bir birlikteliği de ifade ediyor. Bu noktada NATO’nun kolektif savunma prensibi üzerine kurulduğunu söylemek mümkün. Ancak günümüzün çakışan çıkarları, birleşik Avrupa ile ABD’nin küresel hegemonik gücünü kırma hevesi, iki kutuplu dünyadan çoklu dünya düzenine geçilen dünyada  NATO ile ilişkilerimiz karşılıklı olarak revize edilmek zorunda.