Önceki yazılarımızdan birinde Azerbaycan’daki ‘Kırmızı Kasaba’dan bahsetmiştik. Bu bölgede yaşayan Yahudi nüfusuna ‘Dağ Yahudileri’ adı verilmekte. Hikâyemiz de bu bölgenin kuzeyinde eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde yer alan ‘Dağıstan Özerk Bölgesi’ olarak bilinen bir bölgede başlıyor. Dağıstan Yahudileri, bu bölgede de 90’lı yılların başlarına kadar, yani Demir Perde’nin yıkılışına kadar varlıklarını sürdürdü. 1982 yılında, müzisyen Piris Eliyahu’nun Mark adında bir oğlu dünyaya gelir. Armut dibine düşer misali Mark da doğal olarak müzikle ilgilenmeye başlar. Yedi yaşında, ailece İsrail’e ‘aliya’ yapana kadar Mark burada hayatını geçirir. Saygın bir müzik insanı olan babası Piris Eliyahu sayesinde müzikal bir aile ve ortamda yetişir. Baba Piris, usta bir tar sanatçısıdır. Kendisi hakkında 2011’de yönetmen Mira Arad’ın çektiği belgeselde de bahsedildiği gibi Piris, Farsçayı okuyabilmekte ve anlayabilmekte, Azerbaycan Türkçesini rahatlıkla konuşabilmekte ve yaşadığı bölgeden dolayı Rusçayı da günlük hayatta konuşabilmektedir. Kendi anadili İbraniceyi ise dinsel anlamda kullanmaktadır. Sonuç olarak Kafkas kültürü ile harmanlanan Piris’in tarı ustalıkla çalması da kaçınılmaz olacaktır.
89’da İsrail’e gelen Mark önceleri on altı yaşlarına kadar klasik müzikle ilgilendi ve keman eğitimi aldı. Ne olduysa bu yaşlarda oldu ve Mark birdenbire bağlama ve Türk müziği ile ilgilenmek için aldığı eğitimi yarıda keserek, İrlanda Kökenli Ross Daly’nin yanına, Yunanistan’a giderek kendisinden bu konuda eğitim aldı. Bu arada Ross Daly, Girit’te yaşamakta, akıcı şekilde Yunanca, Türkçe konuşabilmektedir. Kendisinden ‘Ankara Misket Havası’nı ayrıca dinlemekte yarar var. Herhalde, Mark’ın neden Türkiye’ye değil de doğrudan Daly’e gittiği sorusunun cevabını da ‘Misket Havası’nı Daly’den dinledikten sonra vermek mümkün. Daly’nin kamança konusunda ustalığını iki sene boyunca özümseyen ve bu enstrümanı da çalmayı öğrenen Mark, kendi kendine “Şimdi bu işin kalbine gitmek gerek” demiş olsa gerek, çünkü Daly’den sonra soluğu Azerbaycan’a giderek Adalet Vezirov’un yanında almış. Vezirov, kamança alanında otorite olarak kabul edilir ve Azerbaycan müziğini dünyaya tanıtan önemli isimlerin başında gelir. Kamança’yı Daly’den öğrenip, Vezirov’un yanında pişen Eliyahu artık kendi tarzını yaratma peşindedir.
Kariyerinde uluslararası birçok ödül kazanan Mark, İsrail’in müzik alanında Oscar’ı da olarak kabul edilen İsrail Akademisi Müzik Ödülü ‘Ophir’i 2012’de aldı. Ortadoğu coğrafyasında yaşayan kültürlerin yabancı olmadığı bir müzik alanında üretim yapan Mark, babası ile birlikte ‘The Spirit of the East’, ‘Sands’ gibi birçok esere imza atarak tar, bağlama, kamanca gibi bu topraklara ait enstrümanları adeta konuşturmakta.
Mark’la yapılan bir röportajda kendisi “Çölü seviyorum çünkü burası (Negev) hem kendi doğduğum toprakları hatırlatıyor hem de içerisinde bulunduğum kültüre ait tatları bana sunuyor” ifadelerini kullanmış. Mark Eliyahu’nun bu söylemine katılmamak elde değil çünkü ben de İsrail’e yaptığım ziyarette Negev’i görme şansı bulmuştum ve bu çölün sıradan bir çöl olarak değil de insanın içindeki ‘öteki ben’i ortaya çıkaran sihirli bir yer olduğu hissine kapılmıştım.