Yasak yasaklanmalıdır…
Yahudi’si, Türk’ü, Rum’u vs. ile bu topraklarda yaşayanlara inanılmaz gelse de “her türlü sözün istisnasız söylenmesi gerektiği”ne ilişkin bir tez literatürde mevcuttur ve bu bir 19. yüzyıl düşünürüne aittir. İngiltere’de parlamenterlik de yapmış olan J.S. Mill, bununla yetinmeyecek ve dile gelmemiş hiçbir söz kalmaması gerektiğini vurgulayacaktır. İlave edecektir buranın insanına nispet yaparcasına, fikir birliğinde olmanın bir toplum için hiç de arzulanan bir şey olmadığını söyleyecektir. (Belirtmek gerekir ki kendisi anarşizmin savunucusu değildir.)
‘Özgürlük Üstüne’de, “Hiçbir şey düşüncenin dile getirilmesini engellememelidir” dedikten sonra buraların siyasi yöneticilerinin ve Yahudi dinsel azınlığın idarecilerinin 150 yıl öncesinden kulaklarını çınlatırcasına; devletin, dinin ve ahlakın bu konuda hiçbir ayrıcalığının ve istisnasının olamayacağını dile getirecektir. “Devletin, yurttaşların düşünce özgürlüğünü herhangi bir nedenle engellemeye soyunması sadece zarar getirecektir. Kişisel özgürlük, ifade özgürlüğünde ancak somutlaşabilir” diyecektir.
150 yıl öncesinde söylenmiş olanı, bu toprakların büyük ve küçük (Yahudi azınlığına) toplumuna ve tabii yöneticisine hatırlatmak önce tuhaf gelse de buralardaki modernleşmenin geç ve eksik olduğu düşünüldüğünde, şaşılacak bir şey olmayacaktır.
Bununla birlikte Mill’in “insanlar zor olan şeyleri çabuk anlamazlar” diyen ve çare olarak her fikrin defalarca tartışılması gerektiğini ileri süren Spinoza’yı takip ettiği son derece açık olacaktır. Şöyle ekleyecektir o da filozoftan 150 yıl sonra “İnsan eksik olandır, hata yapandır.” Devam edecektir, “İnsan için gerçeklik ancak tamamlanacak olandır. Bu varlığın tüm doğruları, hakikâtleri yarımdır, eksiktir.”
***
Devam edersek; özgürlükçü toplumlarda düşünce ve açıklama özgürlüğü, biri yukarıda işaret edildiği gibi Mill’e diğeri de Kant’a ait iki temel tez etrafında gelişip büyüyecektir.
Kant için de insan hakikâte ulaşabilen değildir. Hakikâtin çelişkili ve farklı yönlerini sıradan insan zihninin bir anda kavraması mümkün değildir; çaresiz tartışmak gerekecektir sınırsızca her bir şeyi. Düşüncenin ve düşünceyi açıklamanın otoriter yollarla yasaklanması, öncelikle doğrunun bulunmasını engelleyecektir.
Kant, özgürlüğün özünde Mill’le birleşecek ama ayrıca vurgulayacaktır; “Söz aklın egemenliğinde olmalıdır.” Ve devam edecektir, “İnsanlar akıllarını sınırsızca kullanmakta özgür olmalıdırlar.”
Düzeni koruma savında olan (bu topraklardaki büyük ve küçük toplum) yöneticiler; gerçeğin bulunmasından, otoritelerinin bozulacağı endişesi ile çekinmemekte midirler diye düşünmeden edilemeyecektir bu durumda. Kim bilir çıkarlarına zarar gelmemesi de ayrı bir tutuculuk nedeni olacaktır.
Başvurulacak yol apaçık ortadadır onlar için. Hakikat her türlü kutsalın ardına gizlenecek, pohpohlanan çoğunluğun tiranlığının üzerinde kendi despotlukları yükseltilip meşrulaştırılacaktır.
Alexis de Tocqueville “Çoğunluğun tiranlığıdır aklı korkutacak olan”ı boşuna söylememiştir; çoğunluğun düşüncesinin genelde yanlış olana denk düştüğünü belirtmeye gerek var mıdır tekrar?
Entelektüelin varlığı ve özgürlüğü büyük tehlike olacaktır bu topraklarda. Yahudiliğin tarihi de aynı kaderi yaşayacak; mesela romantizm sevdalısı, mesih beklentili, komünist hülyalı votka kokulu bir heterodoksiye asla tanık olunmayacaktır buralarda. Endişe içinde yaşayanın tek pusulası olacaktır; Yahudi toplumunun yöneticileri, bütünlüğün korunması adına, anti-asimilasyonist çabalar dışındaki tüm düşünce akımlarından rahatsızlık duyacaklardır; ama farkına varmayacaklardır ki o zaman yabancılaşma büyüyecek, endişe aklı çürütecektir.
Sabetai Zvi, Spinoza vs.
“Kalkın ey Kudüs,
Zaferinizle birlikte ayağa kalkın,
sünnetsiz ve günahlı kimse
kalmayacaktır artık aranızda”
İsaie
Söylenenlerin devamında belirtilmeden edilemeyecektir. Batı, aklı zamanlara egemen kılmak isterken ve bunu Descartes’la ama mutlaka Spinoza ile yapmaya çalışırken, bu toprakların üzerinde üstelik Batı’ya en yakın köşelerinde ilginç bir süreç yaşanacaktır. Muhtemelen büyük rasyonalist ile aynı kökenlere sahip Sabetai Zvi İzmir’de bir yerlerde Mesihliğini ilan ediverecektir. Voltaire’in anlattığına göre Nathan, Zvi’ye şöyle yazacak ve secde ederek söyleyecektir, “Kralların kralı, zamanların efendisi eşeğinizin gölgesinde olma saadeti bizlere ne zaman layık görülecek acaba?”
Aynı tarihlerde Batı, Spinoza ile aklın yeryüzü yaşamını yeniden yapılandırmaya soyunmasının heyecanı içinde olacaktı. Kimse onun eşeğinin gölgesinde diz çökmeye kalkmayacaktı. (Kim bilir eşeği olmadığından belki de)
Akıl önünde insanlık, Spinoza’nın önderliğinde saygı duruşuna geçecekti.
Doğu, Yahudi’si dahil olmak üzere secde edecek, boyun eğecek tek bir ses ve efendi ararken; Batı, özgürlüğe yelken açacaktı Spinoza ile. Anlaşılan Yahudi olmak yeterli değildi tek ve bütün olmak için. Yahudiliğin tek bir tanımı yoktu.
Akıl eşliğinde de Yahudilik yaşanabilirdi.
***
Bereşit Bara Elohim
Rav Morteira tarihi durdurmayı aklına koymuştu. Albatrosların çığlık çığlığa kanallara sınırsızca pike yaptığı Amsterdam’da gölgeye sığınarak sabit kalmak istiyordu. Tarihi istemiyordu; özgürlük olmayan yerde tarih olamazdı ki. Albatrosların olduğu yerde gerçeğe tek boyutlu uçuşlarla ulaşılamazdı.
***
Sürgündeki penceresinden görünen gökyüzü grisinin rengârenkliği içinde durmaksızın pike yapan albatros, onu ve insanlığı kucaklayıp götürecekti. Rav Morteira’lara rağmen kanatlandıracaktı filozofu.
Varlığın gizemini çözebilirdi belki o sırada.
Albatrosun sırtında büyük entelekte doğru yol alırken şöyle not düşüyordu önünde uçuşan kağıtlara, “Bir düşünceye inanma özgürlüğünü görenler, niye başkalarına aynı özgürlüğü tanımazlar? Nasıl da bu kadar eminler doğrularından.”
Yaratılış bir ışık topuydu… Bilincin ve özgürlüğün aydınlattığı zamanın içinde sönüp yanıyordu.
Ben Gurion Yahudi değil miydi?
Okumuş olmalıydı kesinlikle Ben Gurion, Spinoza’nın Etika’sını ve Théologico Politicus’unu. Güçlü devlet adamına karşı İsrail rabbileri Yahudiliği savunacaklardı. Rica etmişti devlet adamı, “Büyük övüncümüze, Spinoza’ya Yahudiliğini geri verin.” Reddedeceklerdi rabbiler. Spinoza cevap verecekti albatrosun kanatlarında uçarken: “Devletin ve iktidarın misyonu, akıllı insanları robotlara çevirmek değildir… Devletin temel amacı özgürlüktür.”
Kimse düşünme hakkını bırakmaya zorlanamazdı gerçekten.
***
Bu topraklar üzerinde eksik olan tevazünün erdemi içinde gerçeği özgürce tartışacak bilinç ve cesarettir. Entelektin aşağılandığı, aşağıdan yukarıya taklidin (formel saygının) beslediği topraklarda, Sabetay Zvi’ler ve onların kalabalığı, her zaman yalancı bir tarih oyununu tekrar sahneye koyabileceklerdir.