Bazan da doğru soruyu sormak gerek, işte o zaman cevabın en başından beri tam karşısında kendisine göz kırpmakta olduğunu görüyor insan. Olmayana sıkılmak ve direnmek yerine, “Olmayanı kullanmak gerek” diyordu arkadaşım. Birkaç ay geçmişti ilk tanıştığımız günden itibaren. Ama ilk defa baş başa zaman geçiriyorduk. Pandemi, buluşmamızı Boğaz’a nazır uzun bir yürüyüşe dönüştürmüştü. Daha tam da o sabah bazı insanların online yapamadıkları iş toplantılarını gerçekleştirmek üzere ormanda ya da Boğaz’da yürüyüş programları organize ettiklerini dinlemiştim bir insan kaynakları yöneticisinden. Yürümek... Hele sessiz ve sakince yürümek... Yavaşlamak ama durmamak. Zamanı uzatan bir tedavi yöntemi. Hem Kuzey Kutbunu hem Güney Kutbunu yürümüş hem de Everest’in zirvesini tırmanmış olan maceracı Erich Kragge ‘Yürümek’ isimli kitabında yürümenin farkındalıklarımıza nasıl katkıda bulunduğunu açıklarken yavaşlamanın iyileştirici etkisini de dile getiriyordu. Einstein ve birçok deha yaratıcılıklarını düz yolda yürüyerek daha da geliştirmişler. Yürümenin, yürürken anda kalmanın, beynimizin temcit pilavı gibi sürekli önümüze sunduğu aynı düşüncelerin bir süre sonra susmasına ve o suskunluk içinde yaratıcı özümüzün sesini duymaya başlamamıza aracı olduğunu anlatıyor konu ile ilgilenen bilim insanları. İşte o zaman yeni sorular akıyor aklımıza. Yeni sorular yeni cevaplara gebe... İşte bugünkü o uzun yürüyüşümüzün ardından gözümün önünde belirdi soru...
“Ne istiyorum” diye soruyorduk uzun zamandır... “Hastalıklar bitsin istiyorum, yüreklerimizi dağlayan ölümler bitsin.” Sarılmak istiyorduk, sarılmak ve gezmek. Yemekler düzenlemek, seyahatler etmek. Özlediğimiz sevdiklerimize ulaşmak, sarmak, sarılmak... Sımsıkı. Oysa boşluktaydık. Yoklukta. Sevdiklerimizden uzak, bir başımıza bayram sofralarında. Birlikteliklerimiz sıklıkla cam ekranın ötesinden... Kokusundan uzak sevdiklerimizin, dokusundan uzak! İstediklerimize ulaşma şansından ise upuzak. Başka bir dünyanın anısıydı istediğimiz. Artık yok olmuş bir dünyanın. Yok olmuş ama özlemle geri gelmesini beklediğimiz -kısa vadede gelmeyeceğini bilsek de beklediğimiz. Umutla beklediğimiz. Ayakta kalmamızı sağlayacak kadar beklediğimiz. “Bu günler geçecek, güzel günler gelecek. Yine sarılacağız, yine gezip tozup eğleneceğiz, yine dans edip şarkılar söyleyeceğiz.” Bunu istiyoruz. Olmuyor. Belki de doğru soru bu değildi. Ne istediğimiz değildi doğru soru. Belki de doğru soru “olmayanı kullanmaktan” geçiyordu Meşkure’nin dediği gibi. Ne istiyorum değildi sorulması gereken soru. Belki de doğru soru “Olmayanda, bu derin boşlukta, bu bilinmezlik denizinde bulunacak ne var?” olmalıydı. Daha okurken bile, hissediyorum, başlıyorsunuz düşünmeye: “Olmayanda, bu ıssız süreçte ne var bulabileceğim? Kendime dair, insana dair, insan olmaya dair ne var bulabileceğim? Yaşama dair ne var?”
Mucizelerin yaşamda karşılaştığımız hediyeler olduğunu düşünürüm ben. Bu hafta ışığı ve mucizeleri hatırladığımız Hanuka Bayramını kutladık biz Yahudiler, önümüz Hristiyan kardeşlerimizin Noel’i, sonra yılbaşı dünya güneşin etrafında bir turunu daha devirdi. 2021 zor başlıyor gibi görünüyor. Ve ben soruyorum, şu haliyle olaylı hayatta, zorlandığımız, sıkıştığımız bu bize allak bullak gelen zamanda bilinmezliklerin içinde ne var bulunacak? Doğru soru bu sanki. Çünkü yaratıcılığımızı harekete geçiren bir soru bu. Araştırmamızı gerektiren. Yaşamı coşku ile icra etmemize olanak sağlayan.
O yüzden yılın sonuna doğru yaklaştığımız bu günlerde bu soruyu sormanızı dilerim kendinize, sormanızı ve mümkünse cevaplarınızı benimle bu yazının altında yer alan yorum bölümümde paylaşmanızı. Bulduklarınızı paylaşmanızı. Çünkü paylaştıkça güzelleşiyor yaşam. Ve gelen yorumlar arasından en yaratıcı bulacağım cevabı veren okuruma kendi kütüphanemden bir kitap hediye etmek istiyorum. Yılbaşı hediyesi olarak. Sürpriz bir gülücük olsun diye suratında. Haydi, bekliyorum.