Sosyal medya mahkemesi

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
16 Aralık 2020 Çarşamba

Taciz çok katmanlı bir konu. Bazı sosyal sınıflarda ‘taciz’ olduğu bilinen davranışlar diğer sınıflarda gerek çaresizlikten gerek de bilinçsizlikten normal karşılanabiliyor. Ve lütfen tacizi erkeklerin tekelinde tanımlamayalım. Örneğin ısrarla alınan hayır cevabına rağmen kişiyi pazarlıkla tekrar tekrar evet’e çevirmeye çalışmak tacizdir. Stalk etmek, ısrarla gözle süzmek tacizdir. Güç simgesi kişinin altındakini ‘kayırma’ ihtimalinde karşılığını isteyecek imalarda bulunması, sindirmesi, tehdit etmesi ve yalnızlaştırması da tacizdir. Cinsel içerikli görseller ve espriler göndermek tacizdir. Sosyal medyada ileri geri karalayıcı bilgi ve resim paylaşmak da tacizdir. Daha fiziksel bir dokunma olmadan bile bir insanın hayatı kararabiliyor. Bunların çoğunu yaşayan kişiler eylemin adını koyamadığından açıkça beyan edemeyip tacizin yükü ile baş etmeye çalışıyor.

Aynı şekilde değişik coğrafyalarda da taciz kavramı aynı kriterlere sahip değil. Örneğin Fransa’da bir patron ofise girdiğinde çalışanlarına dolu dolu iltifat edebilir, sarılıp hafta sonunu sorabilir ve kültürel olarak yadırganmaz. Ancak ABD’de, kurumsal olarak kabul edilemez davranışlar tek tek sıralanır; çalışanların taciz ithamı ile karşılaşmamaları için asansörde bile nasıl durmaları gerektiği öğretilir.

Gündeme ateş gibi düşen bir yazar var karşımızda. Hasan Ali Toptaş üretken ve güç sembolü olduğu bir dönemde bilinçli olarak veya ‘erillik’ gibi absürd bir sebepten tacizde bulundu. Mağdurların beyanlarından duyduğu şaşkınlıkla kısa bir özür yayınladı. Ancak sonra özrün hukuki kabulleniş olduğu konusunda uyarıldığı için özrünü sildi. Ve “Ben yanlış bir şey yapmadım. Hodri meydan, beni karalamak isteyenler var, buyurun kanıtlayın” dedi.

Tacize maruz kalan tarafın bu durumu nasıl ele alacağı özgüveni ile ilgili. Eğitimli, kendine güvenen biri işi kendi yöntemleri ile bertaraf edebilir. Tekrarlanmamasını kati şekilde dile getirir veya daha sert durumlarda hemen beyan eder hakkını arar. Bu eylemden travma yaşamayı hak etmediğini bilir ve baş etmeye çalışır. Beyan ettiğinde kendisine, ‘aranmışsındır, bir kendine dön bak’ vs gibi yakıştırmalar yapılacağından çekinmez. Ancak daha güvensiz kişi siner, ürker ve başına geleceklerin devamını yaşamaya bilet çıkarır. Bu yüzden mağdurun beyanı esas olmalıdır. Başkasını zarara uğratmak isterken kendisini zarara uğratması insanın doğasına aykırı bir olgudur. Demek ki bu cesareti gösteren insanın beyanına öncelik verilmesi gereklidir.

Bir yandan da sosyal medya cıvıklığı ile yapılan beyanlara şüpheci yaklaşıyorum. Zira orada ister istemez kurunun yanında yaş da yanabilir hissim uyanıyor. Beyanın içeriği sosyal görünürlük kazanmak için üretilmiş de olabilir. Ancak sonradan hukukun evrilmesi ve gerekli yeni düzenlemelerin gelmesi için emsallerin çoğalması gerektiğini hatırlayıp destekliyorum.  Hukuk kalıplı bir düzen. Eldeki emsaller ve yasalarla işliyor. Hukuk sosyal gerçekliğin gerisinde kalabilir. Devinimin hızlanması ve mağduru sindirmenin bitmesi için sosyal medyanın bir mahkeme gibi görevi üstlenme günlerindeyiz belli ki…

Sosyal medya mahkemelerinde failin gerektiği gibi kınanmasını destekliyorum. Ancak failin bütün eserleri ve yaratıcılığı masaya yatırılıp külliyen reddedilince sapla samanı karıştırdığımızı düşünüyorum. Hukuk düzeninde yaptırımlara güvenebilirsek failin dünyaya kattığı eserlerden faydalanmakta bir mahzur kalmazdı. Sosyal medya mahkemelerinin linç kültürünü bir seviye ileri taşıdığını üzülerek görüyorum… 

 

Etiketler: