4 Aralık günü Beitar Jerusalem futbol takımının ultra taraftar grubu La Familia’nın 100 kadar üyesi kulübün antrenman sahasını bastı. Olay sonrası beş kişi tutuklanarak cezaevine konuldu.
La Familia grubuna antrenman sahasını bastıracak kadar mutsuzluk yaşatan ise Beitar’ın 14 takımın bulunduğu ligde 12. sırada bulunması ve küme düşme riski taşıyor olması değil.
Olayın sebebi, Beitar Jerusalem kulüp hisselerinin yüzde 50’sinin 92 milyon USD’lik bir bedelle yabancı bir yatırımcıya satılması. Ancak söz konusu anlaşma hangi açıdan bakarsanız bakın sıradan bir iş anlaşması değil. Çünkü ne yatırımı yapacak olan kişi sıradan bir iş adamı, ne de Beitar Jerusalem sıradan bir futbol takımı…
Zira iki taraf da kendi benlikleri çerçevesinde bazı değerleri temsil ediyor…
Yatırımı yapacak olan kişi bir BAE vatandaşı. Ancak sıradan bir BAE vatandaşı değil: Şeyh Hamad bin Khalifa Al Nahyan, BAE kraliyet ailesinin bir üyesi.
Al Nahyan’ın, yüzde 50 hissesini satın aldığı Beitar Jerusalem Kulübü ise İsrail’in milliyetçi çizgide en sağ görüşlü kulübü olarak biliniyor. Kulüp, bugüne kadar milliyetçiliği, taraftar-yönetim ortak paydasında sporun evrenselliği ile çelişecek biçimde en üst tonda yaşayan ve yaşatan bir ekosisteme sahip... Ya da sahipti diyelim.
İsrail futbolu hakkında bilgi sahibi olmayanlar için kısa bir bilgi notu vermek isterim: İsrail liginde Yahudi ya da Arap oyuncu ayrımı yoktur. Ligde Yahudilerin kurduğu kulüpler ve Arapların kurduğu kulüpler birlikte mücadele ederler ve her takımda yine aynı milletlerden oyuncular vardır. İsrail milli takımında da bu böyledir. Ayrım yoktur.
Ancak Beitar Jerusalem’de bu böyle değildir ya da bugüne kadar böyle değildi…
Zira Sarı-Siyahlılar, tarihi boyunca hiçbir Arap asıllı futbolcuya kadrosunda yer vermemiştir. 2013 yılında yaşanan bir olay bu zımni durumu açıkça gözler önüne sermişti. O yıl taraftarlar Beitar kulübünün merkez binasını ve kulüp müzesini ateşe vermişti. Sebebi, ligde zor günler geçiren takımın iki Çeçen asıllı futbolcuyla sözleşme imzalamasıydı.
Kripto para yatırımcısı Moshe Hogeg, 2018 yılında kulübü satın aldı ve artık ırkçılığa geçit vermeyeceğini kesin bir dille ifade etti. Geçtiğimiz aralık ayında BBC’ye verdiği bir röportajda şunları söylüyordu: “Taraftarlarımızı açık bir dille uyardım. Stadyumda ırkçı küfür eden birini tespit edersem, ona 1 milyon USD’lik dava açacağım. Şimdi cesareti olan ırkçılık yapsın.”
Şeyh Hamad bin Khalifa Al Nahyan, Moshe Hogeg ile imzaladığı 92 milyon USD değerindeki anlaşma sonrası “Hakkında çok şey duyduğum böylesine köklü ve şanlı bir kulübün ortağı olduğum için çok mutluyum” dedi.
Al Nahyan’ın sonrasında söylediği sözler ise Arap medyasında büyük tartışmalara sebep oldu: “Yeruşalayim muhteşem bir şehir. İsrail’in başkenti ve dünya üzerindeki en kutsal şehirlerden birisi...”
Şeyh Hamad’ın Yeruşalayim referansı, kendisinin kimliği dolayısıyla konu hakkında potansiyel bir tartışma zemini oluşturuyor.
Peki neden?
Bilindiği üzere İsrail, Yeruşalayim’i 1980 yılında tam ve birleşik bir halde başkenti olarak kabul etti.
6 Aralık 2017’de Donald Trump, ABD’nin Yeruşalayim’i İsrail’in başkenti olarak tanıdığını deklare eden açıklamaya imza attı.
13 Aralık 2017’de İstanbul’da toplanan İslam İşbirliği Konferansı, Yeruşalayim’in doğusunu Filistin’in başkenti olarak kabul etti. BAE, 1971 yılından beri bu birliğin üyesi konumunda.
BAE, İsrail ile 15 Eylül’de İbrahim Anlaşmasını imzaladı ve ardından iki ülke hızlıca normalleşme adımlarını atmaya başladı. Anlaşmanın akabinde BAE, bağımsız bir ‘Filistin Devleti’ne verdiği desteği sürdüreceğini resmi olarak ifade etti.
Gözden kaçırılmaması gereken diğer önemli bir nokta ise BAE ile normalleşme anlaşmalarına imza atan İsrail’in Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun koyu bir Beitar Jerusalem taraftarı olduğunun bilinmesi. Hatta Bibi ve eşi Sara’nın, Beitar tribünlerinde dönem dönem maç izledikleri de oluyor.
Tarihte önemli bir kırılım yaşıyoruz. Bu kırılımın belki de en ilginç tezahürü sağcı politik görüşlerle tarih boyunca taraftarı ve yönetimiyle evrilmiş bir kulüp olan Beitar Jerusalem’in kurulduğu günden beri çatışma içerisinde olduğu Arap kültürünün en üst seviyesindeki bir temsilcisi tarafından satın alınması olayıdır.
Yazımı kulübün artık yüzde 50 sahibi olan Moshe Hogeg’in sözleriyle bitirmek isterim: “Bu anlaşmayı Mucizeler Bayramımız Hanuka’dan birkaç gün önce imzaladık. Hep beraber bu mucizeyi yaşayacak ve birlikte yaşam felsefesini temel alarak kulübümüzü toplumumuz ve ülkemiz için kardeşlik paydasında önemli başarılara taşıyacağız.”