2020’yi çok ama çok sevdim. İnsanın bazen de durdukça ilerlediğini fark ettim.
Koltukta bütün gün amaçsızca yatmak… Mesela bunu birkaç gün yaptım sonra kesmedi bir hafta boyunca sabahlara kadar günde iki-üç saat uyuyarak televizyon seyrettim. Bu da hayatımda bir ilkti, çok da zevkliydi, unutulmaz güzeldi. Bu dinginliği bir daha yaşayabilir miyim bilmiyorum, kapının hemen ötesinde dünya, sokaklar görünmez bir düşman tarafından işgal edilmişken hele de...
Yıl boyunca gülen, ağlayan, hoplayan, zıplayan, yemek yapan, ağzını şapırdatan, esneyen bebek videoları seyrettim; dijital devrimin yepyeni dinamikleri, paradigmaları getirdiğini fark ettim. Politikacıların hiçbir işe yaramayan sitemlerini, yalancı demokratlık oyunlarını, zaman zaman vaatlerle dolu abuk subuk konuşmalarının videolarını izledim; ama aslında içinde yaşadığımız her anın tarih oluşunu izledim. İndirimleri izledim, bindirimleri izledim; bilgisayar ya da tableti olmadığı için eğitim programlarını izleyemeyen ya da bir evin içerisinde yedi, sekiz, on kişi yaşadığı için televizyonu açabilecek gücü bile olmayan gençlerimizin bilgisayar ya da tablete kavuşabilmesi için yapılan bütün kampanyaları izledim, çoğuna da katıldım. 2020’ye Afrika’ya su kuyusu açmaya giderek başlamıştım, Afrika’dan döndüğümde insanlığın sonuna geldiğimizi fark etmiştim. Her Allah’ın günü, hemen her saat başında, aşı bulundu mu bulunmadı mı diye televizyonlarda konuşan bilim insanlarını izledim. Yemek tarifleri izledim ama hiçbirini yapmadım yine kendi bildiğim yemeklerin en güzel yemekler olduğuna karar verdim. Annemi izledim; annemin hastalıklarının biraz daha arttığını izledim ama onu doktora götürememenin çaresizliğinde bunalan kendimi de izledim. Onlarca arkadaşımın bu hastalığa yakalanıp çaresizce çırpınışlarını, ailelerini ayakta tutmaya çalışmalarını izledim; insanların daha uzlaşmaz bir hale geldiklerini izledim. Ne oldu o mültecilere; onları izleyemedim çünkü hiçbir yerde yoklar ama varlar biliyoruz. Biliyorum sınırlarda yaşayan insanlar var, sınırdan sınıra koşarak… İzmir depremini izledim, 30 yılda yaptığımız evlerin insanları betonların altına gömüşünü izledim. Ayasofya ile ilgili bir belgesele katıldım, 1483 yıllık binanın aslanlar gibi yerinde duruşunu izledim… Tabi sorguladım, o zaman biz nasıl bir medeniyet yarattık, tarih bize ne öğretti diye; cevap bulamadım. Sigara içmeye devam ettim, tüm ömrüm boyunca sigara içen insanları eleştirdiğimi ama şimdi kendi kendime bunu nasıl yapabildiğimi bilemeyişimi izledim. Bahçemdeki çiçekleri inceledim, ne kadar güzel olduklarını gördüm; ne kadar kusursuz, ne kadar olağanüstüler… Durmadan koşmaktan çok daha güzel bir şey olduğunu fark ettim düşünmenin. Eylemden önce olması gerektiğini fark ettim. Kapımın önünde ölümün kol gezdiğini fark ettim buna rağmen insanların hâlâ bunun hiç farkında olmadığını da fark ettim. Hele de içtiğimiz suya bile karar veren politikacıların bunun hiç farkında olmadığını fark ettim; böyle bir kafa yapısına sahip olmak için acaba ne yapmak gerekiyor diye düşündüm, bulamadım. Küresel ısınmanın COVID’den çok daha beter bir şey olduğunu fark ettim; fosil yakıtlardan doğal yakıtlara dönmek gerektiğini fark ettim. Evimin seslerini fark ettim, bedenimin seslerini fark ettim, aklımın sesini fark ettim, kedilerin melek olduğunu fark ettim; bir de köpeklerin hayatımızı ne kadar güzelleştiriyorlar diye düşündüm. İnsanların hiç değişmeyeceğini fark ettim, kendimin de çok değişemeyeceğini fark ettim. Değişmeyi de çok istemediğimi fark ettim Doğayı acımasızca kullanan insanlığın şımarıklığının bedelini ödediğini fark ettim, tuvalet kağıdının ölümden bile önemli olduğunu fark ettim. Doğaya bu kadar küsmenin affedilemez olduğunu fark ettim. Bunlar başımıza nereden geldi diye düşünmenin çok gereksiz olduğunu fark ettim, kadınların hâlâ öldürüldüğünü, erkeklerin daha vazgeçmediğini ama burada her iki tarafın da hatalı olduğunu fark ettim. Bu erkekleri yetiştiren kadınların külahlarını önlerine alıp düşünmeleri gerektiğini fark ettim, toplumun ahlak değerlerini dinden ya da dinlerden bağımsızlaştırarak acilen düşünmeleri gerektiğini fark ettim. Artık her şeyin çok tuhaf olduğunu fark ettim zaten aslında bunu çoktan fark ettiğimi fark ettim. Koşullar değiştikçe karşılaştığımız problemlerin de değiştiğini fark ettim. Onurumun bana yapılanlarla değil, benim yaptıklarımla zedelendiğini fark ettim, sosyal bilimlerin dejenerasyona çok müsait bir alan olduğunu fark ettim, cehennemin iyi niyet taşlarıyla örülmüş olduğunu fark ettim, insanın öncelikle kendini tutma ilmine sahip olması gerektiğini fark ettim, kötü politikacıların ‘devlet’ kavramının kuyusunu kazdığını işte bu yüzden birlikte yaşamanın anlamını sorguladığımı fark ettim, sınırlarımı gayet iyi fark ettiğimi fark ettim; Zeki Müren’i, Müslüm Gürses’i, Sezen Aksu’yu, Ferdi Özbeğen’i, Sting’i, Elton John’u, Ahmet Kaya’yı, Fettah Can’ı, Ajda Pekkan’ı çok sevdiğimi fark ettim; katıldığım zoom toplantılarında seçkin insanlar tanıdığımı fark ettim; bilimin, bilginin çok önemli olduğunu fark ettim, Mondros ve Sevr Anlaşmalarının hortlatılmaya çalıştığını fark ettim, kapitalizmin ağır çelişkileriyle boğuşan gençlerin çaresizliğini fark ettim. En yakın arkadaşlarımın annelerini, babalarını kaybedişlerini içim parçalanarak izledim, bu acılarda onların yanında olamayışın daha büyük acı verdiğini fark ettim. 2021, 2022, 2023 ne gelirse gelsin yılmayacağımı ve yıllarla çok daha güçlü bir insan olduğumu fark ettim.