Bulunduğum konum itibariyle, cemaat bireylerinin büyük bir kısmının ya adını duymuş, ya da tanımış olmam gerekir diye düşünürüm. Ancak bildiklerimle, tanık olduklarım beni çok şaşırtıyor. Yaşlanan bir toplum olduğumuz bilinen bir gerçek. Nitekim `Ulus` leb a leb dolu. Ziyarete gittiğinizde yara bere almadan çıkmanız bile övgüye değer. Ebedi istirahatinde olan yakınlarınız ana yolun üzerinde değil de, biraz arkalarda iseler bilumum akrobasi hareketleriyle, başka taşların üzerinde hoplaya, zıplaya gereken yere ulaşmaya çalışırsınız. Arada vicdanınız sizi rahatsız eder, yukarı bakıp özür dilersiniz. Bu nedenden ötürü orta yaş ve üzerindekilerin aile büyüklerini ziyaret edememelerini şahsen üzücü buluyorum.
`Ulus`u bir yana bırakıp Büyükada`ya geçelim. Splendid Oteli başlı başına bir simge. Pansiyonerlerin büyük çoğunluğu yaşlılardan oluşuyor. Hem de senelerdir aynı odada kalmayı sürdürüp, birbirleriyle dost olmuş insanlar. Her ne kadar dost olsalar da; kış mevsimi süresince aralarından biri terk-i diyar ettiğinde mevlutuna giderler. Ve aynı hızla henüz yedisi bitmeden, Splendid`in müdürünü arayıp `rahmetli`nin odasına talip olurlar... Ardından bir başka `dost` müdürü aradığında da kıyametler kopar. `Saygısız, yedisi dolmadan `rahmetli`nin odasını aldı....`
Böyle şenlikli bir yerdir Splendid. Hani bir zamanlar Dr. Alazraki`nin tansiyon aletiyle gölgede konuşlandığı, hanımların da kuyruk oluşturduğu teras... Orada da her yıl gelen müdavimlerin yerini doğal olarak başkaları alıyor.
Diğer yandan çarşıdan ve hele hele Perşembe günü kurulan pazardan geçtiğinizde istatistiğin rengi değişmeye başlıyor. Kumsal`da mekan tutup denize girenler, deniz otobüsünde ve sair yerlerde gördüklerim hayatımda bir kez olsun ne simasını, ne adını duyduğum insanlar. Neredeydiler bugüne kadar. İnanılmaz şaşırıyorum.
İstatistiklerde bir hata olmalı diye düşünüyorum.
* * *
Şehir hayatının vazgeçilmez bir parçası olan `kahve`lerle `café`ler, adalıların da vazgeçemediği mekanlardan. Vapurdan çıkıp hemen sola kıvrıldığınızda halkın neredeyse günlerini geçirdiği iki `kahve` vardır. Sabah şehre gitmeden evvel kol böreğini veya poğaçasını alıp çayı ile kahvaltı edenler.. Öğleden sonraları ise Judeo-Espanyol`un bolca konuşulduğu `tantika`larla `gramamika`ların siyasetten siyatiğe kadar geniş bir yelpazeye uzanan sohbetlere tanık olabilirsiniz. Aynı `kahve`lerin arka bölümünde gençler tavla ya da okey oynarlar. Hem de büyük bir keyifle ve etrafı rahatsız etmeden.
Kahvehaneler ya da kısaltılmış adıyla `kahve`ler kültürümüzün bir parçasıdır. Bir buluşma, vakit geçirme yeridir. Yerleşik düzenin bir parçasıdır.
Popüler kültürün bir parçası olan café`ler ise başlı başına bir konu. Onları irdelemek tümüyle farklı bir olay. Ama Büyükada`da bir café`ye gitmek istiyorsanız, önerebileceğim tek yer: Sinek Café`dir. Mekanın iç ve dış dekorasyonu, abartı yerine her tür ayrıntının sunulduğu, garsonların ölçülü davrandığı, müşteriye huzur veren bir yer `Sinek`. Mutfağından hiç söz etmiyorum. Seçim sizin. Tek kötü yanı: tatlıları. O kadar güzeller ki...
İşletmenin başında canla başla çalışan çook eski Adalı dostlar Nilgün, Nilay, Ali ve Osman`a café`nin kontratını yeniledikleri ve gerçek bir mozaiği yaşattıkları için teşekkürler.
Not: Bu bir reklam değildir; Gourmet`lere duyurulur.