Altı Ağustos Cumartesi, İstanbul en sıcak günlerinden birini yaşadı. Zukerman konserine gitmek üzere Adadan deniz otobüsüne binerken, inşallah klimalar çalışıyor diye dua ediyordum.
Topkapı Sarayının bahçesine girip asırlık ağaçların altındaki banklarda soluklanırken, hangi devirde yaşamak daha iyi diye içimden geçirdim. Eş dostla ay ne sıcak muhabbeti yaptıktan sonra Aya İriniden içeri girdik.
Aya İrini beni her zaman büyülemiştir. Bu kez de öyle oldu; ama farklı bir biçimde.
Bir kaç sene öncesine kadar Aya İrininin demir kafesli heybetli pencerelerinden içeri kuşlar girerdi. Konser sırasında boydan boya uçar, sonra çıkardı. Yetkililer, ya bu nedenle, ya da içerisini korumak amacıyla pencereleri camla örttüler...
Zukerman Beşlisi yoğun alkışlar arasında sahnede yerlerini aldı. Konser başlayalı on dakika olmuştu ki, arkalardan gacırt diye bir sesle irkildik. Muhtemelen sonradan içeri girip yerleşmeye çalışanların çekiştirdiği iskemlelerden gelen bir ses. Zukerman yayını indirdi, bekledi, İlk partisyon bitti. Ve alkış... Büyü bozuldu...
* * *
Kimseyi kınamak niyetinde değilim. Müzikten fazla anlayan bir insan da hiç değilim. Ama en azından ne zaman alkışlanıp, ne zaman durulacağını da çok şükür biliyorum.
Herkes klasik müzik sevmek zorunda da değil. O halde, sevmeyenler bu tür dinletilere katılmasın. Hayır niyetine de bu kitleye zorla bilet de satılmasın.
Bir yanda protokolde Dostluk Konserine katılan Rum Patriği ve az ötesinde Ermeni Patriği, giderek ısınan taş bina, diğer yanda akordsuz alkışlar ve yükselen nem oranı arasında bir an için, azize olup göğe ereceğimi sandım.
Elde olan ve olmayan olumsuzlar dışında, İstanbul Sanat Vakfı ve İstanbulun İsrail Başkonsolosluğu işbirliğiyle gerçekleşen gecede, Pinchas Zukermanı dinleyebildiğim için şanslıyım.
* * *
Eylül ayı programı şimdiden yoğun gözüküyor. Ayın ilk haftası gerçekleşecek olan Yahudi Kültürü Avrupa Günü bir öncekileri aratmayacak nitelikte, ancak çok farklı etkinliklerle kutlanacak.
Çoksesliliğin insan yaşamına zenginlik kattığına inanırım. İnternetin hızlı haberleşme yöntemi sayesinde herkes, hergün, heryerde... Tüm dünyada bir dine dönüş akımı geliştiği gibi, kökenlerini/soyağaçlarını arayanlar da var. Kanımca bu yöntem, kimlik arayışı içinde olanlar için daha pratik görünüyor. İşte böyle internet sayesinde bir ucu Amerikada bir ucu İsrailde olan, Behmuaras soyadı taşıyan 150 kişilik bir grup bilimsel (veya değil) olarak soyağaçlarını belirlemek üzere İstanbulda buluşacaklar. Beh-moaras; Beh-moiras; Beh-moaram gibi aynı türevden gelen soyadları da kapsam dahilinde.
Anne tarafımın bu soyadı taşımasından ötürü konuya ilgi duymamın doğallığı yanısıra, bana ilginç gelen tarafı Sefarad olan Behmuarasların, köklerinin Polonyaya uzandığı ve aslında Aşkenaz olmaları imiş.
Duyduğumda ne kahkaha attım, bilemezsiniz. Dengeler öyle hızlı değişiyor ki! Bir bakmışsınız, Aşkenaz Cemaati bu soyağaçları sayesinde yeni bireyler kazanır.
* * *
Judeo-Espanyolu ikinci sınıf olmaktan çıkarmak için az uğraş verilmiyor. Yeni akımlarla belki Yidiş daha çabuk öğrenilir.
* * *
Gene aynı tarihlerde Ben-Gurion Üniversitesinden Tamar Alexander, Eliezer Papo ve 24 kişiden oluşan bir öğrenci grubu, Bilgi Üniversitesi işbirliği ile İstanbula gelerek yoğunlaştırılmış Ladino kurslarına katılacaklar. Öğrenmek isteyen dışardan kalkıp buralara geliyor. Biz de oturduğumuz yerde uyuyoruz.
Tatlı Rüyalar / İyi Geceler.