Her ne kadar önemli olan yapıt ise de, kimi zaman yazmaya iten nedenler, benim için ilginç olmakla birlikte, anlatıdan daha öne çıkabiliyor. Bunu ister itici bir güç, isterse esin kaynağı diye nitelendirelim, ele alınan konu yazarın kendi yaşantısından izler taşıyabildiği gibi, yaşamın içinden her hangi bir görüntüyü, bir olayı ya da bir duygulanma anını aktarıyor olabilir. Bir roman ya da öykünün nelerden ve nasıl etkilendiğini, ancak yazar isterse, onun anlattıklarından öğrenebiliriz. Duygu ve düşüncelerini daha içtenlikle ele aldığı mektup, günlük ya da anılarında bu gerçek, ayrıntılarıyla ortaya çıkıyor.
Bu konuda düşünürken Gabriel Garcia Márquezin Aşk ve Öbür Cinler romanını anımsadım. Olay örgüsü ve kahramanları ile ilgili belleğimde hiçbir şey kalmamasına karşın, sunuşunu hiç unutmadım. Kitabı bulup bu iki sayfayı yeniden ilgiyle okudum. Yazar, gençliğinde günlük bir gazetenin muhabiriyken bir olaya tanık olmuş, aradan kırk beş yıl geçmesine karşın, oturup bu konuyu romana dönüştürmüş.
Márquez, bir manastırdaki mezarların boşaltılmasını izliyormuş. Ana mihrabın duvarında, kazmayla kırılan yazıtın arkasından, yoğun bakır renginde, canlı bir saç yığını mezardan dışarı taşmış. Ustabaşı, işçilerin yardımıyla bunları tümüyle çıkarmak istemiş, ama ne kadar çok çekerlerse o kadar uzun ve gür görünüyorlarmış. Sonunda bir kız çocuğunun kafatasına yapışık, yirmi iki metre on bir santim uzunluğunda saçlar yere yayılmış.
Yazar, bu olay karşısında doğal olarak şaşırmış. Devamını onun diliyle aktaralım:
"Ustabaşı, en ufak bir şaşkınlığa kapılmadan, insan saçının ölümden sonra da ayda bir santim uzadığını anlattı bana; yirmi iki metre de, iki yüz yıllık bir süre için iyi bir ortalama gibi görünmüştü ona. Oysa bana hiç de bu kadar olağan gelmemişti bu olay, çünkü çocukluğunda büyükannem, saçları arkasında bir gelin duvağı gibi yerlerde sürünen ve bir köpek ısırması sonucu kuduzdan ölerek, gerçekleştirdiği pek çok mucize nedeniyle Karayib halkları arasında yüceltilen, on iki yaşında küçük bir markizin efsanesini anlatırdı bana. İşte o mezarın onunki olabileceği düşüncesi, gazeteye o gün yazdığım haberi ve bu kitabın kökenini oluşturdu."
Márquezin bu sunuşunu okuduktan sonra saçlarla ilgili bilgilerimi tazelemeye çalıştım. Söylencelerden kutsal kitaplara, bu konuyla ilgili öyle ilginç bilgilere ulaştım ki... Romanla ilgili olduğu için bu inançlardan birini aktarmakla yetineyim:
Saç bütün geleneklerde, erkek ve kadınlar için bir gücü simgelermiş. Bu yüzden uzun saçlı kadınların büyü yapabileceklerine, saçsız kadınların ise zararsız olduklarına inanırlarmış. Hıristiyan rahibeler, Yahudi gelinler, saçlarını tıraş etmeye zorlanırlar, din adamları da şeytanın kendisine inananlara, saçları uzun olduğu sürece onlara bir şeyin zarar veremeyeceğini ileri sürerlermiş. Bu nedenle Ortaçağ engizisyoncuları, işkence yapacakları cadıların önce saçlarını keserler, kimi daha da ileri giderek, bedenlerindeki tüm kılları tıraşlarlarmış. Konuyu deştikçe, bununla ilgili inançların oldukça zengin ve şaşırtıcı olduğunu okuyabiliyoruz.
Hani saç deyip de geçmeyelim, okudukça neler çıkıyor.
Márquezi bir roman yazmaya iten bu konu, beni düşündürmeye yönlendirdiği gibi, keyifli bir araştırma için bir dürtü oldu.