Geçtiğimiz hafta, Avrupa Birliği ile müzakerelere başlıyor olma heyecanıyla ulus (!) olarak büyük bir sevinç içindeydik. Gece oturumlarında çözüme ulaştırılan çetin görüşmelerin ardından, nihayet yaklaşık on yıl sürecek olan müzakere süreci başlamış oldu. Basın 17 Aralıkta Türkiyenin AB girdiğini ilan etmişti, 3 Ekimde de ilan etti. ABye tam üye olduğumuzda, basının iki kapak manşet yapmanın ötesinde farklı kutlama promosyonlarına da geçeceğine eminin.
Müzakere sürecinde Türkiyenin başını ağrıtacak konuların başında kuşkusuz tarım ve gıda güvenliği geliyor. Bir gıdacı olarak doğal olarak sürecin bu yönü benim daha fazla ilgimi çekiyor. Gönül isterdi ki Türkiye sırf Avrupa Birliğine girme telaşında olmadan kendi gıda güvenliği yasalarını kendisi çıkarsaydı, ya da yıllarca ihmal etmek yerine çok önceden ülkemizin çıkarına olacak tarım politikalarını oluştursaydı. ABye hızlı bir uyum sürecine girebilmek için var olan çarpık sistemi kökten değiştirecek radikal karar hızla alınırken, devlet içindeki kadro ve bilgi eksiklikleri ve toplumda bilinçsizlik bu yoldaki en büyük engeller olarak karşımıza çıkacak.
Diğer taraftan gözünü batıya dikmiş, modern Türkiyeye, tarım alt yapı eksiklikleri, gıda denetiminde boşluk, üretici ve tüketicide gıda güvenliği bilinci gibi konu başlıklarının tamamen çözülmüş olması yakışır. Bu nedenle Tarım Bakanlığının yürüttüğü çabaların ve üreticilerin son yıllardaki yaptıkları büyük atakların başta Türk insanın sağlığı ve güvenliği için katlanarak artacağını umuyorum.
Üretimde kat edilen en büyük başarılardan birisi ise, son yıllarda tavukçuluk sektörünün yaşanan büyük gelişmelerdir. Et ürünlerinden bile daha kritik olan tavuk etini modern tesislerde AB standartları üzerinde üretmeyi başaran Türk firmaları Avrupa Birliğine ihracata başlamak üzereydi.
İşte tam bu sırada göçmen kuşlar kanalıyla ülkemize sirayet eden kuş gribi tehlikesi büyük bir tahlilsizlik olmuştur. Fakat gribin teşhisinden ardından alınan tedbirler ve yürütülen organize çalışmalar, Türkiyenin eskiye oranla büyük bir gelişme gösterdiğini kanıtlamaktadır.
Özellikle geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletlerin, bu virüsün insandan insana bulaşması halinde 150 milyon insanın ölümüne yol açabileceği uyarısın ardından, olası bir kuş gribi tehlikesine karşı yürütülecek olan tedbirler sadece ihracattan öte, insanımızın ve dünya insanın geleceğini direkt olarak etkileyecektir.
Teknoloji ve tıp biliminde büyük ilerlemeler kaydetmiş insanoğlu ne yazık ki, sürekli mutasyona uğrayan ve hızla yayılan bir virüs salgınına karşı tıpkı deprem kasırga gibi doğal afetlere karşı olduğu gibi çaresizdir. Tarihte bazı salgın hastalıklar savaşlardan daha fazla kayıpların verilmesine neden olmuştur. Tıpkı Afrikada mutasyona uğrayarak maymundan insana bulaşan AIDS virüsünün dünyada milyonlarca insanın ölümüne yol açtığı gibi solunum yolları ile bulaşan kuş gribinin de daha kötü bir felakete yol açması muhtemeldir.
Tıp alanındaki gelişmeler lehimize işlerken öte yandan küreselleşen dünyada sürekli seyahat eden insanlar virüslerin yayılma riskini artırıyor. Korkulduğu gibi bu tür felaket yaşandığında en fazla zarara uğrayacak olanlar yine ilaç bulmakta zorlanacak ve yeterli sağlık altyapısına sahip olmayan ülkeler olacaktır.
Bu nedenle tavukçuluk sektörüne büyük darbe indi diye hayıflanmak yerine diğer Avrupa ülkelerine örnek olacak bir sistem ile hem daha fazla "Avrupalaşacağımızı" hem de daha az kayıp vereceğimizi her zaman göz önünde bulunduralım.