42. Antalya Altın Portakal Film Yarışması

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Yakup ALMELEK


Film çekimi uğraşım alanıma girmez. Hobilerimin de oldukça dışındadır. Ancak yedi gündür 42. Altın Portakal Film Festivali’ni eşimle birlikte keyifle izlemekteyiz.
Gazetedeki sevgili arkadaşım Victor Apalaçi her hafta bizi olan ile görülmesi gereken filmler konusunda bilgilendiriyor zaten. Hepimizin paylaştığı acısına rağmen festivaldeki yapıtları da profesyonelce değerlendireceğini biliyoruz.
Benim amacımsa bu yazıda festivalin dedikodusuna değinmek. Dedikodu dünyanın en tatlı gıdasıdır. Hiçbir çikolata  ‘’o söyledi, bu söyledi, kim ne dedi,’’ açılarından dedikodunun lezzeti ile boy bile ölçüşemez. Buna girişirse cüce kalır.
Şimdi biz dedikodunun felsefi derinliğini bir tarafa bırakarak görsel örnekler verelim:
Dahi insan Charlie Chaplin’in (Şarlo) torunu Kiera Antalya’daydı. Kiera dünyanın yedinci güzel kadınıymış. Niye birinci değil de yedinci. Güzel seçmek bir uzmanlık dalıdır. Birinci gelenden başlayarak altıncıya ulaşanlar ile Kiera arasında acaba ne fark veya farklar vardı?  
Güzelliği betimlemek kolay mı zannediyoruz! Büyük konuşmak  gazete yazarlarına yakışmaz. Ancak bana kalırsa hakkını yediler kızcağızın. İki metre önümde birileri ile sohbet ediyordu. Yüzünün inceliği zarafetine, nezaketi de davranışlarına yansımaktaydı. Tablodaki tema kusursuzluktu.
Ey jüri! Vicdanınız ile baş başa kalın.
Bomba gibi bir haber! Kiera nişanlısı ile tartışmış, hatta kavga etmişler. Şunu anlamakta hep güçlük çekmişimdir. Nişanlıların nasıl olsa evlendikten sonra savaşmak için bol bol vakitleri olacak. Daha evvelden gerginliğe ne gerek var! Ha yok bunu antrenman için yapıyorlarsa o zaman söyleyecek sözüm yok.
Kiera genetik açıdan büyükbabasına çekti. Film yapmayı seviyor. Festivalden sonra Antalya’da kalıp araştırmalar yapacakmış. Belli mi olur! Bakarsınız, bir ‘’Limelight-Sahne Işıkları ‘’ da o armağan eder gönüller dünyasına.
Başka bir haberle Antalya’nın bütün portakal ağaçları sarsıldı. Woody Harrelson ile Michael Madsen yumruklarıyla selamlaşmışlar. Ayıranlara ‘’ biz biri birimizi çok severiz ‘’ demişler. Ertesi gün Michael Madsen burası çok sıcak bir kent, ben biraz nefes alayım’’ niyetiyle uçağa atlamış ve havalanmış. Bir alkol kokusu yayılmışmış etrafa tekerlekler yerden ayrılırken.
İşleri söz taşımak olan bazı dış kaynaklara göre kavga olayının temelindeki ana neden aynen şu aşağıda anlatacağım gibiymiş:
Yıllar evvel sinemada bir katil rolü Madsen’e verilmiş. Provalar sürerken nedense prodüktör vazgeçmiş ve  Harrelson’u tercih ettiğini açıklamış. Ondan ona aktarılmış başrol. Kıyamet de kopmuş. Madsen hem yapımcıyı hem de Harrelson’u istenmeyen adamlar ilan etmiş ve o gün bu gün nerede karşılaşırlarsa derin sevgi (!) bağlarını gösterir olmuşlar.
‘’Bir ihtimal daha var’’ bir şarkının başlangıç sözleridir ancak bizim olaya da uygun düşüyor. Çok güzel bir genç kıza Harrelson da Madsen de fena halde gönüllerini kaptırmışlar. Kız Divan şairlerinin anlattıkları derecede selvi boylu, gül yanaklı, ince endamlı bir afet imiş. Kız daha uzun olduğu için Harrelson tarafına meyil edince buna çok üzülen Madsen kendini dağıtmış.
Bir kere dağılmaya görün toparlanmak çok güçtür.
Dedikodunun esas amacı çekiştirmektir. Böylecene eğlendirmektir. Televizyon ve gazetelere Tanrı uzun ömürler versin, onlar bu konuda bizlere çok hoş vakitler geçirtiyorlar.
Onlardan esinlenerek ben de sizlere bir demet çiçek sunmak istedim.
Dedikoduyu muhtelif perspektiflerden izlemek de ilginç değil mi!