Uzlaşma Kültürü

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Geçen günlerde, Ramazan dolayısı ile Üsküdar Belediyesi’nin düzenlediği iftar yemeğine katılan Yahudi ve Hıristiyan cemaatinin temsilcilerine, toplumdan gelen çirkin tepkileri gördüğümde, televizyonun başında donup kaldım dersem yalan olmaz.
Böylesine yakışıksız ve dayanaksız tepkilerin ekranlara taşınması topluma neler ifade eder bilmem ama beni derinden etkiledi. Günlerdir bunu düşünüyorum. Ramazan ayı gibi kutsal bir dönemde, dinler arası diyalogun mimarlarının Hatay’da yaptıkları toplantıda verdikleri kardeşlik ve dayanışma mesajlarının üzerinden henüz çok kısa bir zaman geçtiği bir anda, iftar çadırına misafir olarak gelen ve kendi cemaatlerinin selamlarını getiren diğer dinlerin temsilcilerine yağan bu öfkenin, hırsın anlamı ne? Geneli ifade etmeseler de, böyle çatlak seslerin yükselmesi neyin habercisidir?
Türkiye’nin toplumsal ve siyasi bir başarı sonucu AB ile müzakere sürecine girdiği şu günlerde, çok kültürlü sosyal yapısı kendisine bir avantaj sağlayacaktır… Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin, Hıristiyan batı ile köprü kurması gibi tarihi bir misyon üstlenmesi bu anlamda, bir gurur kaynağı olmalıdır. Yüzyılın başından beri yaşanan terör olaylarının dünyayı nasıl bir eşiğe getirdiği dikkate alınırsa, bu misyonun önemi daha açık bir şekilde ortaya çıkar.
Türkiye tüm dünya için yeni bir model olma yolunda ilerliyor. Bu ilerleme sırasında, cahil, tarihi perspektifi olmayan, kibirli toplumların düştükleri hataya düşmek bizim için bir lükstür hiç şüphesiz… Ülkede yaşasın yaşamasın, dini veya kültürel kimliği ne olursa olsun, bu topraklarda doğan, yetişen herkesin, oluşan modele destek vermesi, başarıyı daha çabuk getirecek ve onu daha anlamlı kılacaktır.
Ailede ve toplumda aldığımız eğitim, iyi insan olmayı, topluma fayda sağlamayı, ülkenin refahı ve mutluluğu için çalışmayı, gelecek nesillere yararlı olgualar bırakmayı öğretir bize.
Ancak bunu başarabilmenin yolu olan uzlaşma kültüründen uzak olduğumuz, gündelik yaşamda da sık sık karşımıza çıkan bir gerçek. Farklı dinlerden veya kimliklerden gelen kişilerin aynı amaç etrafında toplanabileceğini anlamak, tarihten gelmiş olabilecek kırgınlıkları telafi etmek için objektif bir tavır takınabilmek, değişik fikirleri dinlemek, anlamak, onlardan etkilenmek ve aynı şekilde onları etkilemek, sonuçta bir uzlaşı içinde olgunlaşmak… 2005 yılında, uygar insanın ve toplumların ulaşması gereken seviye budur.
Bunun başarılması, toplumun eğitim seviyesinin yükseltilmesine, kayıtsız şartsız itaat eden, salt duyguları ile hareket eden bireyler yerine, düşünen ve düşündüklerini sentezleyebilen bireyler yetiştirilmesine, tarihin sebep – sonuç ilişkilerini ortaya koyarak anlatılmasına ve bireylerin, şahsi ve ulusal varlıklarını bu derinlik içinde tanımlayabilmelerine bağlıdır.
Aksi takdirde, iftar çadırında yaşananlar, yaşanmaya devam eder ve düşünmek bile istemiyorum; ama tıpkı bazı batı ülkelerinde görüldüğü gibi, hiç onaylamadığımız ırkçı hareketlere dönüşebilir.