Geçmişimizi bir film şeridi gibi başa sarıp izleme olanağımız olsa, yaşantımızda nelerin eksik kaldığını, nelere hayıflandığımızı görebiliriz:
El sürülememiş oyuncaklar, binilmemiş bisikletler...
Terkedilmiş okullar...
Eksik kalmış aşklar...
Kavuşulamamış sevgililer...
Yarım bırakılmış işler...
Okunamamış kitaplar...
Yazılamamış öyküler...
Kitaplığımızda yer alan, büyük bir heyecanla başlayıp bir türlü bitiremediğimiz kitaplar gibi, yaşam boyu eksik bıraktıklarımızı, anımsamamız bile oldukça güç. Bunların bir kısmı bizden, bir kısmı da bizim dışımızdaki etkenlerden kaynaklansa da, sonuçta geriye dönüp baktığımızda, yaşamın, bu eksikliklerin toplamından oluştuğunu görüyor, zaman zaman da hayıflanıyoruz:
Keşke babamın sözlerini dinleseydim!..
Keşke çevremin olumsuz etkilerinden sıyrılıp eğitimimi tamamlasaydım!..
Keşke bana gösterilen ilgiye daha çok karşılık verseydim!..
Keşke sevdiğimi sandığım o kızdan ayrılmasaydım!..
Keşke incir çekirdeğini doldurmayan bir neden yüzünden işimi bırakmasaydım!..
Keşke kendime daha çok zaman ayırsaydım!..
Özellikle ölüme yaklaştığını duyumsayan insanların, geçmişlerinde gördükleri eksiklikleri için hayıflanmalarını olağan karşılayabiliriz. Hele zamanında olanakları olup da bunları kullanmayanların, iş işten geçtikten sonra bu geçmişleriyle yüzleşmeye kalkışmaları acı ve umarsız bir çırpınıştır. Doğaldır ki, gelecekle ilgili beklentilere kapılarını kilitlemiş, bunlarla ilgili bir çaba harcamayanların, geride yarım kalmış bir işi de olmayacaktır.
Okuduğumuzda öykü der, geçebiliriz; ancak Büyük İskenderin, hekimlerden onu yirmi dört saat daha yaşatmalarını istemesine karşın, bunun olanaksız olduğu söylendiğinde, bu ünlü komutanın umarsızlığını anlayabiliriz.
Adamın biri, Titian'ın ünlü Son Akşam Yemeği adlı resimlerini izlerken, yanına bir rahip yaklaşıp şöyle demiş:
"-Nerdeyse altmış yıldır her gün şu resimlere bakıyorum. Bu süre içerisinde birçok arkadaşım bu dünyadan göçüp gittiler. Bunlar arasında benden yaşlı olanlar, yaşıtım olanlar vardı. Birçoğu da benden gençti. Bir kuşaktan çoğu ölüp gitti ama o resimlerdeki yüzler hiç değişmedi! Onlara bazen dalarım da acaba onlar gerçektirler de biz mi bir gölgeden başka bir şey değiliz diye düşünürüm."
Nietzschenin, sevgilisi Salomeye yolladığı mektuptaki şu birkaç satır da bizi düşündürebilir:
"Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin. Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım. Öyle çok değerliymiş ki zaman, hep acele etmem bundan, anladım."
Zamanın değerini, ne yazık ki onu yitirdikten sonra anlıyoruz. O anda da, geriye dönüşü olmayan bir yolda bulunduğumuzdan, hayıflanmaktan başka elimizden bir şey gelmiyor.