Mutluluğun, ömür boyu yaşama amaçlarımızdan biri olduğu düşünülürse, gerek her birimizin, gerekse tüm düşünürlerin bu konu üstüne söyledikleri farklı anlamlar kazanır. Asıl ilginç olanı, bu duygu ile ilgili ortaya konacak tanımlar, tümüyle çelişkili gibi görünse de, herkesin bu konudaki doğrusu farklı olacağından, kimseyi şaşırtmaz.
Nitekim bir İngiliz gazetesi, açmış olduğu yarışmada okuyucularına şu soruyu sormuş:
-Yeryüzündeki en mutlu insan kimdir?
Bu yarışmaya gelen yanıtlardan dört tanesi ödül almış:
-İyi yapılmış bir işten sonra ıslık çalan bir sanatkâr.
-Kumda şatolar yapan küçük bir çocuk.
-Yoğun bir iş gününden sonra bebeğine banyo yaptıran bir anne.
-Güç ve tehlikeli bir ameliyattan sonra bir insan hayatı kurtaran doktor.
Bunlara, kendimize göre farklı yanıtlar ekleyebiliriz. Bu yanıtlardan her biri, bizim bir duygulanma anının sonucu olacağı için, başkalarının görüşlerine katılmasak da, kendi mutluluğumuzun tanımını yapmış olacağız. Sonuçta "mutluyum" diyebiliyorsak, nedenleri üstünde durmanın hiç gereği yok.
Bana göre, tartışmamız gereken nokta, bizimki kadar başkalarının da mutluluğu!
Sesli olarak dile getiremesek de, aklımızdan geçiyor olabilir: Bir başkasının mutsuz olmasında benim bir etkim yoksa, onun mutluluğundan bana ne?.. Soru doğru gibi görünebilir; ancak birlikte yaşadığımız insanlarla, her türlü iletişim ve etkileşim içerisinde bulunduğumuzu yadsıyamayız. Bu yüzden onların her türlü olumsuzluğu, bir şekilde bize de yansıyacaktır.
Şöyle de sorabiliriz:
-Eşimin ya da çocuklarımın mutsuzluğu beni etkilemeyecek mi?
-Komşum yanımda acı çekerken, benim mutluluğum gölgelenmeyecek mi?
-Kendimi ne denli varsıl ve mutlu duyumsarsam duyumsayayım, toplumda süren bir bunalım ya da umutsuzluk, bir süre sonra beni de etkisi altına almayacak mıdır?
Hangimiz bu sorulara olumsuz yanıtlar verebiliriz? Mutluluk kadar, mutsuzluk da bulaşıcıdır. Mutlu insanlarla ilişkilerimiz bizi nasıl mutlu edebiliyorsa, tümüyle tersi de olabilir. Bunlar bilinç dışı etkileşimler oluyor, ancak seçimimizin bilinçli olduğunu söylemeliyiz.
Hepsinden önemlisi, bir çıkar beklentisi olmadan başkalarının mutluluğu için yapacağımız çalışmalardır. Yeryüzünde acıların hiç eksilmediğini, umutsuzluğun her yerde ve her zaman kol gezdiğini, açlık ve sefaletin her köşe başında karşımıza çıktığını, her türlü maddesel ve tinsel yardımdan yoksun insanların varlığını biliyor ve gücümüz yettiğince onlara elimizi uzatamıyorsak, ne kadar mutlu olabiliriz?
Kendini başkalarının mutluluğuna adamış büyük insanları düşünüyorum. Bir Albert Schweitzer, bir Helen Keller, bir Moses Montefiore, bir Florence Nightingale ilk anda aklıma gelenler.
Mutluluk derken, sınırlı bir duygulanma süresinden söz etmiş oluyoruz; oysa başkalarının mutluluğu için çalışanlar, bu süreyi ölünceye kadar sürdürebiliyorlar.