Önce bir ranzayı paylaştık alt alta üst üste. İnsan küçükken soru sorar, çok sorar (Büyüdükçe de susar, sormamaya başlar, sanki herşeyi öğrenmiş gibi...). İşte ilk sorularımın muhatabı o oldu hep. "Öldükten sonra nereye gideceğiz?" türü çeşit çeşit sorunun...
GI Joelarımızı (küçük asker adam oyuncaklar, bilen bilir) alır saatlerce oynardık birlikte. Yaşım 8lere, 9lara vardığında ise onun arkadaşlarıyla adadaki evimizin önünde dokuz aylık oynamaya başladık. Dokuz aylık bölümü önemli; arkadaşlarının arasına beni de alırdı, azımsanacak birşey değildi. Kral adamdır hep söylerim.
DYD yılları geldi ardından... O benden önce başlamıştı tabii ki... Öğrendiğimiz kadar fırlamalık yaptığımız, gülme krizleriyle engellediğimiz komisyon, grup toplantılarında sabır gösterildiyse bana bunda onun kardeşi olmamın payı büyüktü. Hatırlamıyorum ama kendisi de, oyuncak eşeğini kırdığımda bana kızmamış, aynı sabrı göstermiş anlatılanlara göre...
Misketlerimizi paylaşırdık, bir bilgisayarı senelerce paylaştık, sonraları arabamızı da paylaştık. Tabii ki her zaman olduğu gibi ben sonradan ortak oldum ona da. Hatta ilk kazamı yaptığım zaman, arabayı çeken, üstüne üstlük arabayı yokuşta bıraktı diye babamdan azarı işiten de o oldu. Bu sayfaları okuyanların yakından tanıdığı Vedat Leventten bahsediyorum, yani ağabeyimden... Kendisine karşı "abi" diye hitap etmeme hiç izin vermemiş olan, Bar-Mitzva töreninde 11. muma çağırılışım esnasında sarfettiği "en iyi arkadaşım" sözünün hakkını oldum olası vermiş olan "Vedat"dan yani...
Yukarıda yazılanlara bakıp çocuklarına "bizimkiler sürekli kavga ediyor, nedir böyle kardeş olmanın formülü..." diyecek olan anne-babalara... Evin salonunda masayı kale yapıp çevirdiğimiz maçların ardından çıkan kavgaları ayırmak için kapıyı yumruklayan komşuları da, spor sayfasının baskıya hazırlandığı en gergin dakikaların sıkı tartışmalara dönüştüğü anları da bir biz biliriz, orası ayrı... Kavga işin tuzu biberi dersek bizim kardeşliğimiz de "tadından yenmez" türdendir anlayacağınız.
Genç Görüş yazılarının fazla kişiselleştirilmemesi gerektiğini biliyorum, evet... Ancak yine de Spor Sayfasının yükünü bugüne dek tam anlamıyla tek başına sırtlayan Vedatı askere uğurlamak adına böyle bir yazının hoş görüleceği kanaatindeyim.
Evet, bu yazı kişiseldir... Bu yazının amacı hayata dair her adımı benden önce atıp, benden önce öğrenip, benim başlangıçlarımı bildikleriyle daha kolay hale getiren ağabeyime "En büyük asker bizim asker!" demektir, başka birşey değildir.
Önümüzdeki birkaç ay arabanın tek sahibi benim, onun odasına kurulup krallığımı da ilan edebilirim. Ama kimin umrunda, Tel Aviv sahiline karşı ettiğimiz şahane muhabbetlerin adamı olmayınca... Buralar bize emanet Vedatçığım, önden yine sen gidiyorsun, öğrenip hazıra konan da yine ben olacağım. Kusura bakma... "Abi" olmak düşününce bile zor harbiden, ama ne yaparsın bir kere önceden gelmişsin bu dünyaya... Güle güle git, güle güle gel... En büyük asker bizim asker!