Zaman zaman kimi yazarlara özenip, yaşamöykümü yazabilir miyim diye düşünmüşümdür. Her nedense, bu ilk anda çok kolay bir çalışma olarak görünmüştür. Konusu ve kahramanları belli, bir kurgulama kaygısı olmadan yazmak! Bütün sorun, bu iş için sanki bir zaman ayırmak gibi gelirdi bana.
Öyle göründüğü gibi olmadı, hiç yapamadım. Bundan sonra da yaşamöykümü yazabileceğimi sanmıyorum. Gerçi bu da kimin umurunda ki... Kimi zaman yaşamımdan bazı kesitleri yazılarımda yansıtmış olsam da, oylumlu bir çalışma için masaya oturduğumda kendimi bu konuda yetersiz ve belleği boşalmış biri gibi görüyorum. Sanki hiçbir şey olmamış, hiçbir şey yaşanmamış! Daha da önemlisi, anlatacaklarımın kimi ve ne kadar ilgilendirdiği... Belki de yaşamöyküsü yazanların en önemli ayrıcalıkları, söyleyecek ya da paylaşacak bir şeylerinin olmasıdır.
Sözü şuraya getirmek istiyorum:
Daha yeni yayımlanmış, Sason Somekhin, Dün Bağdat adlı yaşamöyküsünü bir solukta okudum. Yazar bir zamandizini izleyerek değil, birer deneme tadında ve belli başlıklarla anılarını kaleme almış. Doğrusunu söylemek gerekirse, kitabı elime alıncaya değin Somekh adını ilk kez duyuyordum. Önce onu tanımaya çalıştım: 1933 yılında Bağdatta doğmuş. On yedi yaşında İsraile göç etmiş. Daha sonra Oxford Üniversitesinde doktora öğrencisi olmuş, Tel Aviv Üniversitesinde profesörlük, İsveçteki Upsala Üniversitesinde öğretim üyeliği yapmış. Modern Arap şiiri üzerine çeviri ve araştırmaları sürüyor.
Dün Bağdatın satırları arasında, farklı gelenek ve kültürlerden beslenen alt yapısının, Somekhin gelişiminde önemli bir etmen olduğunu okuyoruz. Arap şiirine ve diğer yazın türlerine olan yakınlığı, onun çalışmalarını olumlu yönde etkilemiş, yaşayan birçok sanatçıyla da yakın ilgi kurmasını sağlamıştır. Ayrıca, genç yaşta geride bıraktığı Irakın sosyal ve kültürel durumu kadar, o dönemde yaşayan Yahudilerin, kimi yaşam ve geleneklerini öğrenme fırsatını buluyoruz. 1940lı yıllarda, öncelikle yönetimin, daha sonra halkın geliştirdiği tepki ve sindirme eylemleri, doğal olarak bu insanları yeni arayışlara yöneltmiştir. 1950 yılında Parlamentonun onayladığı Vatandaşlıktan Çıkma Yasası ile toplu göç dalgası başlamış. Yazar, 1951 yılında Yahudilerin, Ezra ve Nehemiah Operasyonları ile İsraile göçlerini birkaç satırda şöyle dile getiriyor:
"Bazı Iraklı Yahudiler için göç etmek bilinmeyen bir yere beklenmedik bir gidişti. Buna hazır değillerdi ve göç bir sürpriz gibi karşılarına çıktı. Uyanmak, eşyaları toplamak, Irak kimliğini (2000 yıllık) arkada bırakıp, kartalın kanatlarında İsraile gitmek. Siyonist harekette aktif olan ve İsraili canı gönülden seven bazı genç insanlar bir yana, yaklaşık 120.000 Iraklı Yahudi çoğu bir Arap ülkesinden yeni Yahudi devletine kesin ve keskin göçe hazır değildi; zira, evlerini, işlerini, yerleşik eğitim ve cemaat ağlarını terk edip gerek madden ve manen belirsiz ve zor gerçekliğe dosdoğru adım atmak hiç kolay değildi."
Genç yaşta doğduğu ülkeden ayrılmak zorunda kalmasına karşın, Somekh, yaşadığı sürece Bağdatı ne yüreğinden, ne de düşüncelerinden atabiliyor.
Başta belirttiğim gibi, yaşam öyküsü yazmaya soyunan kişinin, öncelikle söyleyecek bir sözü, sonra da paylaşabileceği bir birikimi olması gerekiyor. Sason Somekhin, Dün Bağdat adlı yaşamöyküsü, bence, bu birikimin nasıl anlatılacağının güzel bir örneğidir.