Bu sefer yaklaşan yılla ilgili beklentilerimi yazmamaya çok kararlıydım. Geçmiş yıllarda bu tahmin yazılarında ne kadar başarısız olduğumu zaten kavramış bir insan olarak, 2005 yılı içinde birbiri ardına yaşanan beklenmedik olaylar bana hiçbir aklıselim insanın konu Ortadoğu oldu mu, birkaç hafta ilerisinden ötesini göremeyeceğini kanıtladı.
Bu aşamada dünyadaki tüm Ortadoğu yazarlarını samimi olmaya çalışıyorum. Biri, tek biri bile eğer geçen yıl bu zamanlarda benzer bir yeni yıl yazısı yazıp, 2005 içinde İsrailin Gazzeden çekileceğini, Netanyahunun hükümetten istifa edeceğini, Şaronun elleriyle kurduğu Likud Partisini bırakacağını ve bir gecede ülkenin en büyük umudu olacak yeni partiyi kuracağını, İşçi Partisinin en önemli ismi Şimon Peresin de partisinden ayrılıp Şarona katılacağını tahmin edebilmiş midir? Hiç sanmıyorum.
Dolayısıyla 2006 yılı ile ilgili görüş bildirmek ciddi cesaret işi. Görünürde ilk üç ay içinde yaşanacaklar hakkında belki bir şeyler söylenebilir. Şaron, İsrailin başında olmaya devam edecek gibi gözüküyor. Filistin seçimleri ve bölgede saldırıların şiddetine göre de iki ceketinden birini giyecek. Ya sıcağı sıcağına Batı Şeriadaki bazı İsrail yerleşimlerini boşaltacak, ya da Filistin saldırılarını önlemek için bu kez asker kimliğini öne çıkaracak ve terör saldırılarına karşı sert bir askeri mücadeleye başlayacak.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Filistin seçimleri 2006 yılının kaderinde önemli bir yer tutuyor. Ama haritayı biraz daha büyüttüğümüzde Irakta siyasi istikrarın bu yıl içinde sağlanmasının ve başta nükleer silah meselesi, İrandaki durumun netlik kazanması yine 2006 yılını etkileyecek hassas konular.
Dünyaya biraz daha genel bakıp, zamanı da sadece 2006 ile kısatlamadığımızda ise daha ilginç bir gelecek projeksiyonu yapılabiliyor. Avrupada sağcı akımlar her geçen gün artıyor. Geçtiğimiz hafta gazetemizde konuk ettiğimiz Vatan gazetesi yazarı Mine Kırıkkanatın, bu konu ile ilgili oldukça ilginç bir analizi var. Kırıkkanata göre son yıllarda Avrupa Birliğine katılan eski doğu bloğu ülkelerin sağcı hükümetleri tercih etmesinin nedeni basit. Demokrasinin ne olduğunu hiç bilmeyen bu insanlar komünizmden çıktıktan sonra bildikleri, alıştıkları bu düzene en yakın sistem olarak milliyetçi akımları, faşizmi görüyorlar ve bu yüzden Avrupada sağ yükselişte. Böyle bir ortamda birlik bir çıkış bulabilecek mi? İçinde milliyetçilik, ırkçılık artarken, eski ve yenilerle toplam 25 ülke halkını AB değerleri çerçevesinde bir potada eritebilecek mi?
Avrupada bu yaşananları dengelercesine Güney Amerika ülkeleri birer birer sol hükümetleri başa geçiriyor. Dünya yeniden kutuplaşıyor demek çok mantıklı olmasa da, en basit analizle ABDnin yıllar boyunca yaptıklarının cezasını ödercesine arka bahçesi Güney Amerikayı kaybediyor olması global dengeler açısından önemli.
Kimilerinin tahminlerine göre ABD gerçekten de en parlak yıllarını yaşadıktan sonra şimdi dönüşü olmayan bir zayıflama sürecine girmiş olabilir. Yıllar içinde basiretsiz tavırlarıyla dünya üzerinde istikrar sağlamak konusunda kendilerine güvenemeyeceğimizi bize öğretmiş olan Avrupayı da bir kenara bırakırsak, geriye bir tek Çin kalıyor. Halkına özgürlük dağıtmaksızın liberalleştiğini iddia ederek daha önce hiç görmediğimiz nevi şahsına münasır bir sistem yaratan Çinin ne menem bir güç olduğunu anlamak belki 2006 yılına nasip olur.
Bir kez daha iyi seneler.