Yuvanın ne olduğuyla ilgili aklıma gelen birçok şeyi sıralayabilirdim, ama yine de sözcük dağarcığımı zenginleştirmek amacıyla, sözlüklerin tanımına bakmak istedim. Sıralanan anlamlar içinde, daha çok hayvanların barınağı, yoksulların sığınağı, bir şeyin yerleştirildiği oyuklar öne çıkarken, asıl aradığım tanıma yaklaşan şu oldu: Bir ailenin yaşadığı ev.
Sözlük karıştırmayı bir yana bırakıp, şunu düşündüm: Yuva sözcüğü, bir tanımın dar sınırları içinde açıklanabilir mi? Yuva, bir ya da birkaç odası bulunan, yalnızca bir evin karşılığı olabilir mi? Hiç sanmıyorum! Kuşku yok ki, somut olarak yuva, bir baraka ya da herhangi bir ev olabilir; ama bu sözcüğün getirdiği zengin çağrışımlar, bir kitabın oylumunu rahatlıkla doldurabilir. Bu sanırım her dilde, benzer karşılıklarını da buluyor.
Nitekim bir Londra gazetesi, zengin ve yoksul her kesimden binden çok insana, "Yuva nedir?" diye bir soru içeren, anket formu yollamış. Gelen sekiz yüz yanıttan en güzelleri, gazetenin bir sayısında şöyle sıralanmış:
-Yuva, çekişmeleri dışlayan, sevgiyi içleyen bir dünyadır.
-Yuva, küçüklerin büyük, büyüklerin küçük olduğu yerdir.
-Yuva, babanın krallığı, annenin dünyası, çocukların cennetidir.
-Yuva, en çok homurdandığımız, ama en çok pohpohlandığımız yerdir.
-Yuva, sevgilerimizin kalbimize bir sarmaşık gibi sarıldığı yerdir.
-Yuva, midelerimizin günde üç öğün, kalbimizin bin kere bayram ettiği yerdir.
-Yuva, insanlığın hata ve başarısızlıklarının tatlı bir şefkat örtüsü ile sarılıp sarmalandığı yerdir.
Seçilen bu yanıtlardan her biri, yuvayı farklı bir yönüyle ele alıyor; ama dikkat edilirse, hepsi bir evden ve onun içindeki ilişkilerden söz etmesine karşın, hiçbirinde ev sözcüğü geçmiyor. Ayrıca yuvayı, aile diye nitelendirdiğimiz birden çok kişinin barındığı yer olarak düşünmemiz gerektiğinden, bu insanlar arasındaki ilişkinin düzey ve sıcaklığı, sıradan bir evle olan farklılığı ortaya koyabiliyor.
Evlerden söz ederken Behçet Necatigili anmamak olmaz. Onun Aile şiirini okuyalım:
"Sağ çıkıp günlük savaştan / Evin yolunu tutmuşum / Yemek yedik, çocuklarım uyudu / İniyor üstüme yavaştan / Allahın bembeyaz bulutu / Kederlerimi unutmuşum
Hayatta olduğuma / Seviniyorum şimdi / Kavuştum çoluk çocuğuma / Koltuğuma uzandım, rahatım / Kahvem içime sindi / Başladı gecelik saltanatım."
Yukarıdaki yanıtların birinde, babanın krallığı olarak geçen yuva, şairin dilinde de saltanatının başladığı yer olarak tanımını buluyor. Daha yalın bir deyişle, huzur ve mutluluğun egemen olduğu bir ortam, tüm olumlu özellikleriyle özlediğimiz yuvadır. Bu kavramı yalnızca evimizin sınırlarıyla değil, yaşadığımız her yer için genişletebiliriz.
Bu yüzden sanırım mekânın neresi olduğu önemli değil...
Önemli olan, bulunduğumuz mekânın bir mutluluk yuvasına dönüşebilmesi için, elimizden gelen çaba ve özveriyi harcamamız gerektiğidir.