İsrailliler, bu hafta gerçekleşen Filistin genel seçim kampanyalarını büyük bir ilgi ve biraz hayret ve kaygı ile izledi.
Seçim sonucunun ister istemez, İsrailde 28 Martta yapılacak seçimleri etkileyeceği için ilgiyle izlendi. Seçim kampanyalarının bir çok açıdan demokratik bir hava içerisinde yapılması ise hayret uyandırdı. Seçim gününde de bu havanın bozulmaması umut ediliyor.
1996da FÖYde serbest bir seçim yapılmıştı, ama o zamanlar Filistinlilerin seçim hakkında öğrenecekleri vardı. Ayrıca Arafat hayatta idi ve etkisi hissediliyordu. Bu kez ise Mahmud Abbas görevde. Filistin televizyonlarındaki El Fetih ile Hamas sözcüleri arasındaki tartışmalar hakkında İsrail basınında yer alan yazılarda her şeyin demokratik bir hava içinde geçtiğine dikkat çekiliyor.
İsraillilerin seçim kampanyalarını kaygı ile izlemelerinin nedeni; bundan birkaç gün öncesine kadar Hamasın seçimi kazanacak gibi görünmesiydi. Şimdi yapılan kamuoyu yoklamaları El Fetihin %10 oranında bir üstünlüğü olduğunu gösteriyor. Eğer bu doğruysa Hamas oyların %35ini alacak. İsrail için bir zorluk oluşturacaksa da İsrail- Filistin görüşmelerine engel olmayacak. Ancak yine de İsrail Hamas milletvekilleriyle görüşmeyecek. İktidar olsalardı durum çok daha karışık olacaktı, her iki taraf da görüşmeye yanaşmayacaktı.
Bağımsız olarak Hamasa yakın birkaç milletvekili seçilebilir. Ancak bu kişilerin El Fetih ile bir koalisyon hükümetine gireceklerse de büyük bir etkileri olacağı öngörülmüyor.
İsrail seçimlerinden sonra İsrail- Filistin görüşmeleri başlasa dahi Hamas taraftarı bu bağımsız milletvekillerinin engel oluşturabilecekleri düşünülmüyor.
Hamas, bir Filistin hükümeti içinde olsa da, olmasa da İsrail- Filistin anlaşmasına varmak kolay olmayacak.
İsrailde yoksulluk seçim kampanyasını etkiliyor
Bu hafta seçim kampanyasına, siyasal olmayan bir olay damgasını vurdu: Sosyal Sigortanın, İsraildeki yoksulluk hakkında yıllık raporu.
Rapora göre İsrail ekonomisinin olumlu yönde gelişmesine rağmen , ülkede yoksulluk daha da artarak, 2005 yılında dramatik bir duruma ulaştı. 403 bin aile, tüm ülke çocuklarının ise %34ü yoksul. Bu durum işsizlik ile ilintili değil, çalışanlar arasında da yoksulluk %41,5 oranında.
İsrailde ortalama ücretin yarısından az kazanan bir kişi yoksul kabul ediliyor. İsrailde 4 kişilik bir ailenin aylık geliri bin dolardan az ise yoksul sayılıyor, yani ailelerin %20,5u. 2004 yılına kıyasla bu yıl 9 bin aile daha yoksulluk sınırında. İleri bir ülke sayılan İsrail, böylece en çok yoksul sahip devlet oldu.
Bunun sorumluluğu, son hükümetin politikalarından kaynaklanıyor. Sosyal Sigorta Genel Başkanı Dr. Yigal Ben Şalom, bir basın toplantısında 2001 yılından beri çocuklara verilen maddi yardımın %45inin kesildiğini açıkladı.
Maliye Bakanlığı buna yanıt olarak, yoksulluktan kurtulmanın çaresinin çalışmak olduğunu belirterek, politikalarının çalışan kişi sayısını arttırmak olduğunu söyledi. Ne yazık ki, asgari ücret karşılığında çalışan kesim, 2004 ile 2005 arasında yoksulluk sınırına girdi ve bu oran %40,3ten, %42,5e çıktı.
Aynı zamanda gelir vergisinde yapılan değişiklik, gelir düzeyi yüksek olan ailelerin gelirini %2,3 oranında arttırdı. İşçi Partisi Lideri Amir Peretz, bu ekonomik ve sosyal sorunları seçim kampanyasının gündeminin ilk sırasına getirmek istediyse de, bir takım siyasal ve güvenlikle ilgili gelişmeler kamuoyunun daha fazla ilgisini çekti. Bu nedenle İşçi Partisi yapılan kamuoyu yoklamalarında geriledi.
Sosyal Sigortanın açıklamalarından sonra İşçi Partisinin sosyal ve ekonomik sorunlara öncelik vermesi yeniden ilgiyle karşılandı. İşçi Partisi diğer yandan daha cazip bir aday listesi oluşturdu.
Partiler programlarını açıklıyor
Amir Peretz Herzliya Konferansında yaptığı konuşmada siyasi, diplomatik ve güvenlik programını açıklayarak, partisinin sadece sosyal sorunlarla ilgilenmediğini ortaya koydu.
Yazımı kaleme aldığım sırada Ehud Olmert aynı konferansta yaptığı konuşmada, sosyal sorunların giderileceği sözünü vermedi. Önümüzdeki hafta, büyük partilerin programlarını karşılaştırmaya çalışacağım. Aslında büyük partilerin, özellikle Kadima ile İşçi Partisinin programları birbirine çok yakın. Likud ise Netanyahunun liderliğinde biraz daha sağda yer alıyor. Örneğin; Likud Kudüste hiçbir değişiklik yapmak niyetinde değil. Oysa İşçi Partisi, Doğu Kudüste yaşayan 230 bin Filistinliden ayrılmak niyetinde. Kadima ise, açıkça söylememekle birlikte, bunu yapabileceği izlenimini veriyor.
Gazzeden olduğu gibi Batı Şeriadan çekilme konusunda, sadece İşçi Partisi şu açıklamayı yaptı: " ilk önce Filistinlilerle anlaşmaya varmak için , elimizden geleni yapacağız. Bir sonuç alamazsak, tek yönlü çekilmeyi göze alırız". Netanyahu böyle bir çekilmeyi katiyen reddediyor. Olmert, aynen Peretz gibi önce Filistinlilerle anlaşmaya varmaya çalışacak ve Yol Haritası Planına sadık kalacak.
Anlaşmaya varamazsa, Olmert tek yönlü bir çekilmeyi tamamıyla reddetmiyor.
Partilerin programına baktığımızda şu izlenimi ediniyoruz: İsrail merkez sola doğru önemli bir adım attı. Halka yönlendirilen "kendinizi nerede görüyorsunuz?" sorusuna yanıt; %37 merkezde, % 29 sağda ve %28 solda oldu. Görülüyor ki merkezin, sol ile birlikte sağa karşı büyük bir üstünlüğü var.
Beklenemeyen bir gelişme olmazsa, 28 Mart seçimlerinden Kadima ile İşçi Partisinden oluşan bir koalisyon çıkacak.