Bir bilge, günün birinde sokakta bir dilenciyle karşılaşmış. Dilenci karşısındakinin kim olduğunu bilmeden, onu durdurarak üç soru sormuş:
- "Neden buradasın? Nereye gidiyorsun? Oraya gidişinin önemli bir nedeni var mı?"
Bilge dilenciye bakmış, bir günde ne kadar para kazandığını sormuş. Aldığı yanıtın dürüstlükle verildiğini görünce,
- "Lütfen gel, benim yanımda çalış" demiş dilenciye. "Her sabah ben meditasyona başlamadan önce bana bu soruları sorarsan, sana bu kazandığın paranın on katını vermeye hazırım."
Meditasyon sözcüğünün Türkçe karşılığı, "derin düşünme" diye geçiyor. Derin düşünmeden geçtik, kimimiz için salt düşünmenin bile yük olarak görüldüğü bir toplumda, dilencinin sorduğu sorular, birer burgu gibi beynimizi delebiliyor.
Genelde düşündürücü konuların bizi yorduğunu, onlardan elimizden geldiğince kaçındığımızı söyleyebiliriz. Okuduğumuz kitapların, izlediğimiz filmlerin, tartıştığımız konuların üstünde yeterince durmuyor, onların iletisinden yararlanmak yerine, kısa süreli bir keyfin izini sürüyoruz.
Sanırım Voltairein şu sözleri, yalnız onun yaşadığı dönemde değil, ekonomik sorunların yoğunlaştığı her zaman için geçerlidir: "İnsanlar yiyecek ekmek ve yatacak yer buldular mı, düşünmekten kaçınırlar."
Zaman zaman bir sorunun çengeli kafama takılıverir:
-Hangisi daha mutludur; düşünen, kendinde ve çevresinde gelişen her şeyin farkında olmaya çalışan insan mı, yoksa hiçbir şey düşünmeyip günlük gereksinimlerinin peşinde koşan insan mı?..
Keşke yanıtım, düşünen insandan yana olabilse...
Konuyu yalnızca mutluluğun sınırları içinde tartışacak olursak, düşünen insanın mutsuz olmak için nedenleri diğerlerinden daha çok gibi görünüyor. Öyle ki, o insan her şeyden sürekli kuşku duyacak, kafasında oluşan soruları yeni sorular doğuracak ve hepsine kendince bir yanıt bulmaya çalışacak... Sanırım bu çaba, hiç de kolay değil! Getireceği yalnızca tinsel doyumun dışında bu, kimileri için hiçbir yararı olmayan bir eğilim olarak da nitelendirilebilir; oysa bireysel gelişim yolunda bulunanlar için, sürekli bir mutluluğun başlangıcı sayılabilir. Özellikle öyküdeki dervişin sorularına kendilerince bir yanıt bulabilenler, yaşamın anlamını da sorgulama fırsatını yakalamış olurlar.
Ya hiç düşünmeyen, kendine sorulacak soruları bulunmayan insan?..
Onların düşünme alanları dar sınırlar içinde kalırken, düşünen insanlara göre, görece olarak daha mutlu olduklarını söyleyebiliriz. Günlük gereksinimlerini karşılayabiliyor, bunların dışında hiçbir kaygıları da bulunmuyorsa, mutluluklarını gölgeleyecek sorunları da dolayısıyla azalmış olacaktır.
Kendi payıma şunu söylemek isterim:
Düşünmeyi, bizi hayvanlardan ayıran en önemli etmen olarak görüyorsak, bu yetiden yararlanmayanlarla, sanırım aynı safta bulunmak istemeyiz.