Geçenlerde "bu hafta ne yazayım" diye inceden inceye kafamı yorarken, ülke gündemini fazlasıyla meşgul eden "lan" lı konuşma adabının, yani argonun hayatımıza ne derece girdiğini düşündüm. Argonun spor programlarında ne kadar sık kullanıldığını aklıma getirdiğim anda ise kafamda bir ampul yanıverdi. Kararımı vermiştim; spor programlarında kullanılan sözcükler, sarfedilen ne idüğü belirsiz cümleler ve sporu tartışma konusunda niteliksiz kimlikler üzerine bir yazı yazmak istedim.
Bir futbolsever olarak her haftasonunda olduğu gibi, geçen Pazar akşamı oynanan maçı izlemek için televizyonun karşısına geçtim. Galatasaray-Gaziantepspor maçı vardı ekranda. Galatasaraylıların hem hoşuna giden hem de bir nebze düşündüren bir sonuç vardı; herneyse... Maçları evinde seyretme imkanına sahip birçok futbolsever gibi karşılaşma sonrasında Lig TVnin yayınını yani Maraton programını seyrediyordum. Dört saat süren fakat futboldan çok hakem kararlarının tartışıldığı Maraton programını... Başka bir deyişle, Şansal Büyüka ile yönetmeni Hüseyinin (eskiden "oynatalım Uğurcuğum" idi) beraber sunup, Erman Toroğlunun yorumlarıyla renk(?) kattığı futbol(!) tartışma programını izliyordum. Ne var ki geçen hafta bu programı izlerken bazı şeyler o kadar çok gözüme battı ki, dayanamadım bu konu üzerine yazmaya karar verdim.
Bu programı tartışmak istemem; ülke futbol gündemini doğrudan etkilemesi sebebiyle... Maraton, ülkenin en çok seyredilen spor programı olmasına rağmen, sahadaki futbolu ya da futbolcuları değil, hakemi ve kararlarını "ileri-geri" oynatarak eleştiren birinin yorumcu koltuğunda oturduğu bir spor programı... Bir gün sonra evlenecek Ümit Karana "Bugün sahada 3 gol attın, peki yarınki maça gol kaldı mı?(!!!)" sorusunu sorma cürretine sahip, ahlaki anlamda iflas etmiş bir beynin yorumlarıyla renk(!) kattığı bir spor programı Maraton... O sırada en çok izlenen spor programı olduğunun bilincine hala varamamış, futbol sistemleri hakkında fikir belirtmektense hakemlerin kararlarını uzun uzadıya tartışmaktan keyif alan Laurel-Hardy ikilisinin programı... Sıradan eski bir futbolcu ve hakem olmasından öte hiçbir kültürel altyapıya sahip olmadan televizyon yıldızı haline gelen ve maç sonralarında "ağzının içine bakılan" yorumcunun gösterilerine sahne olan program... Maçlar hakkında fikri sorulduğunda "öyle olur mu abi, hocam bu mu futbol, hadi be abi, abi bırak bu işleri, geçeceksin bunları hocam" gibi konuşma tarzı orada oturan birine yakışmayacak şekilde yorumların yapıldığı; 7den 70e futbol ile alakadar birçok kişinin izleyip etkilendiği bir televizyon programı, Maraton...
Maraton programının beni rahatsız eden bir diğer özelliği ise; yayıncı kuruluşun bir programı olmasına rağmen üç büyükler dışındaki takımlara yeteri kadar önem vermemesi... Yayıncı kuruluş görüntü haklarınının kendisinde olmasını fırsat bilerek 3 büyükler dışındaki lig maçlarını gece 1e doğru yayınlamaya başlıyor. Üstüne üstlük, Türkiye Süper Liginde oynayan 3 takım hakkında birer saat süren gereksiz konuşmalar yapılırken, geriye kalan 15 takım hakkında ise birer dakika yorum yapılıyor. Maraton programında yapılan bu haksızlığın deyimler sözlüğündeki karşılığı "istediği gibi at koşturmak"tır.
Kıssadan hisse demek istediğim, bu program ülkenin en çok seyredilen futbol programı. Aynı zamanda ülke futbol gündemini doğrudan etkileyen bir spor programı. Fakat ne yazık ki yorumcu koltuğunda oturan kişinin söylemleri spor kültürü ve ahlakı ile uzaktan yakından bağlantılı değil. O koltukta futbolu, taktiği, sistemi tartışan bir yorumcunun oturduğu gün, bizim futbol gündemimiz de hakem kararlarının tartışılmasından öteye geçmeyen kısır döngülerden kurtulacaktır. Böylelikle gayet sağlıksız bir ortamda ağır aksak ilerlemeye çalışan ülke futbolu da biraz oksijen almış olur.
Medya üzerine zaman zaman tartışmalar vardır; "Halka ne sunarsan, halk da onu izler" ya da "Halk bunu seyretmek istiyor" gibilerinden... Futbolu seven, sadece üç büyükleri değil, bütün takımları takip eden genç bir futbolsever olarak dileğim kaliteli programların ve nitelikli yorumcuların ekranlarda olması yönünde... Ya sizlerin?...