Geçtiğimiz Pazartesi sabah saat 06:30a kadar gözlerim yarı kapalı Oscar Ödül törenini seyrettim. Bunu niye yaptığımı senelerdir pek anlayabilen yok. Annem ve arkadaşlarımdan "Ertesi gün tekrarı var, onu seyredersin. Kaydet, seyret. O kadar uykusuz kalmaya değer mi?" gibi yorumlar her sene gelir. Oscarları ertesi gün seyretmek, sonucunu bildiğin bir maçı seyretmeye benzer; golün kimi atacağını bilirseniz, o maçın heyecanı oldukça azalır.
Bir de tabii ki sinemayı sevmek, Oscar adaylarını tanımak ve bu heyecanı onlarla paylaşabilmek lazım. Herhangi bir kategoride Oscarı kazanan açıklandığında beşe bölünmüş bir ekran gösterilir. Bu ekranda beş Oscar adayı endişelerini örtmek için kullandıkları zoraki gülümsemeleriyle, " and the oscar goes to..." sözcüğünü beklerler. Gülümsemelerini bozmamaya çalışırlar çünkü açıklanan aday kendileri değillerse, yine de gülümsemek ve alkışlamak zorundadırlar. Sonuçta, aday olabilmek bile bir onurdur!
Oscar adayını açıklayan o zarf açılmadan geçen 3dž saniye içinde benim de kalbim küt küt atar. Hele ki, istediğim aday o heykelciği eline alırsa, inanılmaz mutlu olurum. Geçmişte ağladığım bile olmuştu. Bu kız niye Oscarlara bu kadar kaptırmış diyenlere, Galatasaray- Fenerbahçe maçlarını, şu anda popülaritesini yitirmiş olsa da, zamanında insanları ailece televizyon karşısında tutan Eurovisionu, BBG, Pop Star v.s. gibi farklı zevkleri olan insanları, farklı ekranların başına araba camına yapıştırılmış bir Garfield gibi yapıştıran programları hatırlatmak isterim.
"Aday olabilmek bile bir onurdur!" lafına geri dönmek istiyorum. Tabii ki, büyük bir onur ama bazı onurlar diğerlerinden daha büyüktür. Herhangi bir projeye emek vermiş herkesin, emeklerinin takdir edilmesi, en önemli erdemlerden biridir. Zaten Oscarların da sadece "En İyi Erkek Oyuncu", "En İyi Kadın Oyuncu", "En İyi Film" ve "En İyi Direktör" ödüllerinden ibaret olmaması da bundan dolayı. Oscar törenin başlarında "En İyi Makyaj" Oscarı verildi. The Chronicles of Narnia: The Lion, The Witch and The Wardrobe filmiyle en iyi makyaj Oscarını almak için sahneye iki aday çağrıldı; Howard Berger ve Tami Lane. Howard Berger dakikalarca ailesine, çalışma arkadaşlarına, bütün dünyaya teşekkür ederken, yanında onunla birlikte Oscara layık görülen Tami Lanee karşı duyarsız davranıp konuşmasını sürdürdü de sürdürdü. Tami Lane ise mikrofonu tabiri caizse kapabildiğinde ise, bitiş müziği başladı ve bir kelime bile konuşamadı. Düşünün ki, yıllar süren çalışmanızın sonucunda Oscar Ödülüne layık görüldünüz ama partnerinizin duyarsızlığı yüzünden bu mutlu anınızı yaşayamadınız. Gönüllerin Oscarının birincisi teşekkür konuşması yapamamış olan Tami Lanee.
Oscar Ödülüne aday gösterilmek, sinema sektöründeki bir insanın kariyerindeki en önemli olaylardan biri. Birbirinden kabiliyetli birçok insanın toplandığı Kodak Tiyatrosunda, o akşam altın heykeli alanlar büyük sevinç yaşadı. Bir de herkesin gönüllerindeki Oscarları var ki, bu da bence oldukça önemli. Örneğin; Brokeback Mountain filminin cesur ve ses getiren konusuyla çoğu insanın gönüllerinin Oscarını alması, Steven Spielbergin yönettiği Münih filmiyle gönüllerin Oscarını alması, George Clooneynin her zaman kadınların gönüllerinin Oscarını alması gibi.
Bir Gönül Oscarı da geçen hafta Kadınlar Gününü kutlayan tüm kadınlara. Kadınlar Gününün her gün olduğu idrak edilmeye başlandığı zaman, bu dünya daha güzel bir dünya olacak.
And the Oscar goes to...