Düşüncelerimin arasinda dolaşiyorum...

Sibel ALMELEK İŞMAN Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Saat 22:30. Mevsimlerden ilkbahar, günlerden pazar. Hava kararmış, sokaklar boşalmış. Duraklama vakti. Uykuya az kala, düşüncelerimi yokluyorum şöyle bir. Neden söz etmek istiyor canım? Harflerden S’yi seçtim: "Sanat" diye bir başlık atıyorum kağıdımın üstüne.
"Sanat nedir?" diye sormayacağım. En azından şimdilik. Ama "Gerekli midir acaba?" diye düşünmek istediğimi farkettim. Ben, "Evet, gereklidir." diyorum. Oyumu sanattan yana kullanıyorum. Çünkü, tarihimize baktığımızda, insanlık serüvenimizi saygıyla andığımızda, sanatın hep varolduğunu görebiliyoruz. Binlerce yıl önce, mağara duvarlarının hayvan resimleriyle bezendiğini biliyoruz. O güzel çizimlerin neden hayat bulduğunu ise ancak tahmin edebiliyoruz. Aslında korkunun bir ifadesiydi onlar. Çekindikleri hayvanları duvarlar boyunca betimleyerek, güç kazanacaklarını düşünüyorlardı atalarımız. Avlamak, öldürmek, sahip olmak, kendini korumak için. Sanki bir büyü!
Sanat bizi hiç bırakmadı. Biz de ondan ayrılamadık zaten. Hangi biçimde olursa olsun, onsuz yaşamak istemedik. Duyularımız ve duygularımızla dünyayı anlamayı ve evrende bir iz bırakabilmeyi çılgınlar gibi arzulamış olmalıyız ki, bugün gurur duyabileceğimiz bir kültür mirasımız var. Ne yazık ki, barbarlıklarımız da var bolca. Toplumlar, yükselmek uğruna, zenginleşmek adına,  başka uygarlıkların maddi ve manevi varlığını yok etmekten hiç çekinmemişler. Ne anıtlar yıkılmış, ne kitaplar yakılmış! Ama yine de, her şeye rağmen, yeryüzünü sanatın ışığıyla aydınlatmışız. Yarın, belki yarından da yakın, uzaylılar kapımızı çalarsa, pek çok sürpriz yapabiliriz onlara: bir Yunan heykeli gösterebilir, Vivaldi’yi dinletebilir, Versailles Sarayı’nı gezdirebilir, Afrika maskeleri taktırabilir, Shakespeare’den söz edebiliriz. Heyecan duyacaklarından kuşkum yok.
Sanata eğitim, bilgi birikimi ve aktarımı açısından baktığımda, şaşırdığım bir konuyu paylaşmak istiyorum. "Sanat Tarihi" denildiği zaman, nedense akla resim, heykel ve mimarlık gelir. Üzerinde, sanat ve tarih sözcüklerini birlikte gördüğünüz bir kitapta, görselliğe hitap eden eserleri belli bir sırada karşınızda bulursunuz. Peki, müzik sanat değil midir? Senfoniler, operalar, tıpkı resimler gibi duyguları yansıtmaz mı? Edebiyat, tiyatro, sinema, fotoğraf...Saymakla bitmiyor. Yaşam değişiyor, yeni gereksinimler doğuyor, teknikler gelişiyor...Sanat her şeye ayak uyduruyor, uyum sağlıyor. Aynı bizim gibi! Dolayısıyla, sanatı anlamak için, tüm formlarını birlikte incelememiz gerekiyor. Çünkü, onlar hep etkileşim halinde. Her birinin tarihini ayrı ayrı düşünürsek, ufkumuz uzaklara açılamayacak.
Bir de algılama konusu var. Nasıl bir alışveriş var sanat eseri ile aramızda? Bir anket yapmak isterdim aslında. Yediden yetmişe, siyahtan beyaza, herkese sorardım o zaman: "Hangisi daha yakın size?" Ben bir deneme yapayım: Resim ve heykel, sessiz ve gizlice anlatırlar dertlerini. Renk, biçim ve çizgilerle sürüklenir insan, farkına bile varmadan. Müziğe gelince, o pek soyuttur. Elle tutulmaz, gözle görülmez. Yükselebilirsin, düşebilirsin. Başına her şey gelebilir. Tiyatro ve sinema ise, bence en dolaysız sanatlardır. Çünkü hem insan vardır içinde hem de söz.