Uzun zamandır süren yazı serüvenimin içinde, yazmanın anlamını yitirdiğini düşündüğüm anlar olmadı değil, ama bu kaygılardan kısa sürede sıyrıldığımı söyleyebilirim. Umutsuz olduğum zamanlarda bile, birkaç satır yazmak, duygu ve düşüncelerimi başkalarıyla paylaşmak için direndim. İyi de oldu. Biliyorum, sözcükler öyle nankördürler ki, uzun bir süre kalemi elimden bıraksam, bir daha zor yazarım. Bu yüzden ara sıra saçmalasam, anlamsız sözcükleri arka arkaya sıralasam da yazmalı, yayınlama kaygısı olmadan bu alışkanlığımı korumalıyım. Birçok ünlü yazarın bu konudaki disiplinli çalışmaları geliyor aklıma... Belirli bir saatte masanın başına oturmak, kendini ne olursa olsun yazmak için zorlamak!.. Aslında bu, ne denli bir alışkanlık işi olsa da, kolay değil! Hele sıradan her insan gibi yazarın da kafası dolu, çeşitli sosyal ve ekonomik sorunlarla boğuşurken, onlardan sıyrılıp okuyucuya farklı iletiler sunmak gerçekten büyük bir çaba gerektirir. Belki de bir yazar için başarılı ya da kalıcı olmanın yolu bu güçlüklerden geçiyor.
Ünlü romancı Somerset Maughamı anımsadım. Masanın başına geçip uzun süre bir şey yazamayınca, kâğıdı önüne çeker, adını yinelermiş. Sözcükleri tükettiğim, kendimi umarsız gördüğüm böyle anlarda, ben de bunu denesem mi?..
Öte yandan, birçok yazarın çalışma yöntemini düşününce, kendimi nasıl yazardan sayabilirim? Bu konuda ne kendimde yeterli birikimi görebiliyorum, ne de olması gereken bir yazma disiplinim var. Hiçbir zaman yazmak uğruna hiçbir şeyden ödün vermediğim gibi, bunun için uykusuz da kalmadım. Belki de bu yüzden, kendimi olsa olsa bir yazma sevdalısı olarak nitelendirebilirim. En önemlisi, duygu ve düşüncelerimi başkalarıyla paylaşarak mutlu oluyorum. Hele bu mutluluğu okuyucularıma da bulaştırabiliyorsam, daha başka ne isteyebilirim ki? Nitekim beni hiç tanımayan insanların, adresimi ya da telefonumu bulup bana onurlandırıcı ve destekleyici sözler etmeleri, yazmayı sürdürmem için önemli bir neden olabiliyor.
Daha önce kendimi yinelemekten, okuyucu karşısında küçük düşmekten korkardım, yine de bu duruma düşmek istemem; ama artık önemsemiyorum demeyeyim, doğrusu eskisi kadar kaygılanmıyorum. Değil mi ki insanım, başkalarına göre farklı ya da yanlış düşünebilirim, hata yapabilirim, saçmalayabilirim de... Hangimiz her konuda kendini kusursuz, nitelikli ve yetkin görebilir ki? Her birimiz hata ve kusurlarımızla varız; daha da önemlisi, onlardan kazandığımız deneyimlerle sürekli kendimizi geliştiriyoruz.
Camus, Canetti ya da Pavese gibi yazarların günlük notlarını okurken onlara özendiğim olmuştur. Zaman zaman günce tutmayı, düşünce ve izlenimlerimi yayınlanmak için olmasa da, disiplinli bir çalışmaya alışmak için, kısa notlar alarak yazmak istedim. Ne yazık ki bu, hep bir özlem olarak kaldı, kaç kez başlamama karşın bir türlü sürdüremedim.
Gözlemlediğim bir şeyi de söylemek isterim: Yazıya dökülmüş her sözcük, içinde bir umut içerir. Bu umutla ilerde, hep daha güzel bir şeyler yazabileceğimi umuyorum. Ayrıca bir yazar diye olmasa da, bir yazma sevdalısı olarak bile anılmak, kendi payıma yeterlidir.