Yanılmıyorsam Platon söylemişti: Topluluğun mutluluğu için ya krallar düşünür ya da düşünürler kral olmalıymış! Platonun gönlünden geçenler, yüzyıllar boyu yalnızca bir düşünce olarak kaldı. Gerek krallık ve gerekse demokrasiyle yönetilen toplumlarda, bu güne değin bu ölçüte uygun bir seçim yapıldı mı, bilmiyorum. Bundan sonra da, bu ünlü düşünürün sözlerini, sanırım yalnızca farklı bir görüş olarak anmakla kalacağız.
Düşünen, düşündüklerini anlatabilen akıllı insanlar, tarihin her döneminde ve her türlü yönetim şeklinde, başta olanları ürkütmüştür. Onları, sürekli kendi çıkar ya da iktidarları için bir korku unsuru olarak görmüşler, zaman zaman bu insanları susturmaya, sindirmeye, hatta öldürmeye çalışmışlardır. Nitekim İlhan Selçuk, bir köşe yazısını kitap adı olarak da kullanmıştı: Düşünüyorum, Öyleyse Vurun! Bu çarpıcı başlık bile söyleyebileceğimiz birçok sözü özetleyebilir.
Bu arada, eski dönemler bir yana, yalnızca son yüzyılda kitapları yakılan yazarlar, uzun bir liste oluşturabilir. Ayrıca salt düşünceleri için yargılanan ve hüküm giyen insanların, tarih boyunca gündemden hiç eksilmemesi, bu konuda umutsuz olmak için yeterlidir sanırım.
Bu konuda söylenecek söz çok. İçimizi daha çok karartmadan, araya Bertolt Brechtin
Yürüdü mü yere serer ormanı, yüz kişiyi ezer geçer / Ama bir kusuru var işte: / Sürücüsüz gitmez
General bombardıman uçağın müthiş / Fırtınadan hızlı uçar, filden ağırını taşır,/ Ama bir kusuru var işte: Usta eliyle yapılır
General ne kullanışlı bir yaratık şu insan, / Uçabilir icabında, öldürebilir de, / Ama bir kusuru var işte: Düşünebilir.
İnsan düşünebilir, bundan daha doğal bir şey olamaz; ama iktidarda bulunanları asıl korkutan, bu düşüncelerin bir şekilde eyleme dönüşmesidir. Bu yüzden düşünen insan, tarihin her döneminde, daha anlatım aşamasında etkisiz duruma getirilmeye çalışılmış, tutuklanmış, öldürülmüştür.
Arthur Koestlerin On Üçüncü Kabile kitabını okurken ilgimi çekmişti. Koestler bu çalışmasında, zaman zaman kitabından alıntı yaptığı İbni Faldanın gözlemlerinden söz eder. İbni Faldan, Volga Bulgarları arasında bulunduğunda, onların pek tuhaf davranış biçimleriyle karşılaşmış: Halk, zekâsı ve bilgisiyle ilgi uyandıran bir insana rastladıklarında, "Bu adam Tanrıya hizmet etmeyi daha çok hak ediyor" deyip onu yakalıyor, boynuna bir ip geçirip bir ağaca asıyor, çürüyene kadar orada bırakıyorlarmış.
Ne yaman bir çelişki: Zekâ ve bilgi, ölümle ödüllendiriliyor!
Bir de buldukları gerekçeye bakın: Akıllı ve düşünen insanlar, bu yetenekleriyle diğer insanlara değil, Tanrıya uygun görülüyor.
Bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da düşünen insanın karşısına bilgisizler ve çıkar beklentisi olanlar çıkacaktır. Tek avuntumuz şudur ki, güçleriyle düşünceyi sindirmeye çalışanlar, tarihin denek taşında her zaman yenilmişlerdir.