Bildiğimiz anlamiyla meydanin sonu

Viktor KUZU Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Bugün dünyanın geleceğini kökünden etkileyecek bir konu üzerinde yazmak istiyorum, hayır bunun İran’ın uranyumu zenginleştirmeyi sonunda başarmış olması ile bir ilgisi yok.
2000’li yılların başından itibaren filizlenmeye başlayan, son iki yıldır filan da değişim rüzgarlarını iyiden iyiye hissettiren bir devrim bu. Medya devrimi.
Konuyu biraz daha net anlatabilmek için biraz geriden almakta fayda var. Matbaanın keşfi. Aslında biraz daha da eskiye gitmek gerekiyor. Sahip olduğumuz bir içgüdü, insanlık tarihinin başından beri çevremizle iletişim içinde olmamızı sağlıyor. Toplumsal, ulusal hatta global bir kültür oluşturmamız iletişim kurma güdümüzle ilgili. Birileri bir hikaye anlatıyor, birileri dinliyor ve bu alışveriş medeniyet dediğimiz şeyi oluşturuyor.
Matbaanın keşfine kadar geçen sürede ise bu hikaye alışverişi oldukça minimal bir seviyede gerçekleşiyor. Hikaye anlatıcılarıyla, dinleyicilerin sayısı neredeyse aynı. Sonra matbaanın bulunmasıyla hikayeler daha geniş kitlelere ulaşmaya başlıyor. Radyo daha da geniş dinleyici kitlelerine ulaşılmasını sağlıyor, televizyon ise dinleyici kitlesi korkunç boyutlara ulaşıyor. Buradaki hassas nokta şu; iletişim alanındaki teknolojik gelişmeler dinleyici sayısını korkunç bir şekilde arttırsa da, hikaye anlatıcılarının sayısında bu denli korkunç bir artış yok.
Bu ne demek? Belli bir sayıda kaynaktan çıkan içerik (hikaye) her geçen gün daha fazla insana ulaşıyor. Ama kaynaklarda çeşitlilik artışı minimal seviyelerde kalıyor.
İşte günümüzün medya devrimi tam da bu yüzden çok önemli. Teknoloji artık bize şu imkanı sağlıyor: Her dinleyici artık bir içerik sağlayıcı olarak medya dünyasındaki yerini alıyor. Bir örnek bu devrimin ne kadar önemli olduğunu anlatmamda yardımcı olabilir. Sizinle birlikte yaşayan 14 yaşındaki oğlunuz, kendisine aldığınız 100 dolarlık dijital kamerası ile çekeceği görüntüleri, odasındaki bilgisayarında montajlayarak, bugünkü televizyonculuk standartlarına yakın bir videoyu maksimum 30 dakikalık bir çalışma ile hazırlayabilir. Daha sonra evinizdeki yüksek hızdaki adsl bağlantısı ile bu video’yu google’ın video sitesine yüklemesi birkaç dakikasını alacaktır. Daha da önemlisi dünyanın öteki ucunda bir cep bilgisayarı ve yüksek hız internet bağlantısına sahip herhangi bir kişi nerede olursa olsun, oğlunuzun hazırladığı bu videoyu, siteye yüklendikten birkaç dakika sonra izleme imkanına sahip olacaktır.
Etkileyici değil mi! Şimdi bir de birkaç yıl içinde dünyanın tüm büyük elektronik üreticilerinin üzerinde çalıştığı dijital kağıt teknolojisinin hayatımıza girdiğini düşünün. Bu gerçekleştiğinde sabah kahveniz eşliğinde elinize aldığınız dijital gazetenizde dünyanın binlerce farklı noktasından, binlerce farklı bakış açısında hazırlanmış binlerce haber kahvaltınız boyunca sizi aydınlatacak. Sonra dijital kağıttan üretilmiş gazetenizi katlayıp cebinize koyacaksınız ve birkaç saat sonra fırsat bulup yeniden açtığınızda bu kez bambaşka binlerce haber ile karşılaşacaksınız.
Hala etkilenmediyseniz şunu dinleyin. ABD’de Bill Clinton döneminin karizmatik başkan yardımcısı Al Gore, Current TV adında bir televizyon kanalı kurdu. Bu kanal sadece izleyicilerin kendi imkanları ile hazırladıkları 10ᆣ dakikalık videoları yayınlayarak yayın yapıyor. Tamamen izleyiciler tarafından hazırlanan bir televizyon kanalı. Bu devrim bizi, içerik tüketen dinleyiciyi, televizyon cihazının önünden alıp, yayın masasının arkasına oturtuyor.
Peki bütün bu anlattıklarım, İran’ın nükleer silah üretmesinden, Tel-Aviv’de patlayan bombalardan, Hamas’ın iktidar olarak terör saldırılarını desteklediklerini belirtmesinden ve İsrail’de devam eden koalisyon pazarlıklarından niçin  daha önemli? Cevabı basit. Son birkaç yılda Amerika’da, Avrupa’da, İran’da, Filistin’de yaşananlar "çoğunlukların" iktidarı belirlediği demokrasi anlayışının dünyayı tehlikeli bir savaş alanı haline getirebileceğini gösterdi. Oysa bugünlerde yaşamakta olduğumuz medya devrimi, Serdar Turgut’un ünlü "sessiz çoğunluklar" kavramını tarihe gömebilecek güçte. Dolayısıyla bu devrim, bugün bildiğimiz anlamıyla demokrasiyi kökünden etkileyecek. İlk aşamada bu büyük bir kakafoni ve kaos hissi yaratsa da yaşamakta olduğumuz medya devriminin gelecekte gerçek aydınlanmayı getireceğine eminim.