2006 en iyi yabancı film Oscarına aday olan Kadersizlik filimindeki Gyuri karakterinin dediği gibi, "Artık kızamam ki bir kere öldüm". Bu kısacık cümle Holokost kurtulanlarının artık kızgın ya da nefret dolu olmamalırını çok güzel açıklıyor. Onlar zaten kelimelerin kıfayetsiz kaldığı, insanoğlunun içindeki nefret ve cehaletin gelebileceği en uç noktayı gördüler. Yanı başlarında ailelerini, sevdiklerini ya da sabah güne başlarken günaydın dedikleri insanları ve tanımadıkları ama ortak bir kimliği paylaştıkları milyonlarca insanı kaybettiler. Onlar zaten bir kere öldüler, hisleri, sevdikleri, çocuklukları hatta isimleri ve varlıkları onlardan alındı. İkinci defa ancak yeniden doğabilirlerdi.
Doğdular da, tabii zaman aldı. Birçoğunun yaşadığı acıları tekrar kafalarında canlandırıp bizlere aktarıcak gücü bulabilmesi seneler aldı. Niye bu kadar sürdü? diye soruyor insan kendine. Nasıl olur da bir insan, hayal gücünün bile yetersiz kaldığı bu olayları kimseye aktarmaz. Çünkü nasıl olsa kimse anlayamayacaktı; kelimeler yetersiz, hisler yabancı gelecekti. İnsan sadece bildiği, hissettiği şeylerin empatisini kurabilir; ama biz yaşamadık, görmedik. Sadece bu olay örgüsünde 3. tekil şahıs olabilirdik. Bizlerle paylaşmaları bu yüzden yüklerini hafifletmekten çok acı verebilirdi onlara.
Bu yüzden bir çoğu sustu ve yaşadıklarını da beraberinde götürdü. Konuşanlarda uzun süren sessizliklerinin ardından yaşadıkların diğer nesillere aktarmayı bir misyon edindiler, geride bıraktıkları milyonlara bir borç bildiler ve bu korkunç katliamın unutulmaması nesilden nesile aktarılması, ders alınması için paylaştılar.
March of the Living ekibi olarak biz de henüz tarihin tozlu raflarına kalkmamış tanıkları hala aramızda dolaşan bu geçmişimize tanıklık etmek, onların hissettiklerini biraz olsun hissedebilmek, anlayabilmek için ordaydık. Ama bu gezinin sonunda anladığım tek şey bu yaşananları asla anlayamayacağımdı ve yaşananlara bir Holokost kurtulanının pencerisinden bakamayacağımdı. Çünkü biz en öfkeli, en mutsuz anımızda bile bir şeyler hissedebildik, hislerimiz, benliğimiz, anılarımız bizden hiç alınmadı. Ailemizden tek hayatta kalanın biz olduğu bir dünyada yeniden doğmayı hiç denemedik. Ölmenin mi, yoksa yaşamanın mı daha acı verdiğini hiç düşünmedik.
Zygmunt Bauman 'Modernlik ve Holokost' adlı kitabında, dediği gibi: "İnsanlar gözlerinin önünde olan biten şeylere inanmayı reddettiler. Duygusuz ya da kötü niyetli oldukları için değil, o ana kadar bildikleri hiçbir şey onları böyle bir şeye inanmaya hazırlamadığı için..."