İnternet bağımlısı değilim, elektronik postayı da gerekli olmadıkça kullanmıyorum; bu yüzden her gün onlara ayırdığım zaman oldukça sınırlıdır. Geçenlerde, üyesi olduğum ama katılımcı olamadığım bir grupta, inançla ilgili süren kimi olumsuz yazışmaların, herkesi rahatsız ettiğini izledim. Nitekim bir süre sonra, bu konuyu kışkırtan bir üyeyi uzaklaştırmak zorunda kaldıklarını da okudum.
İnançlarla ilgili tartışmalar, beni her zaman tedirgin etmiştir. Nedeni de, bir sonuç alınamayacağını bile bile, kendi görüşlerimizi bir başkasına benimsetmeye çalışmanın, boş ve gereksiz bir çaba olmasından kaynaklanmaktadır. Düşüncelerimizi zaman ve koşullar içinde değiştirebiliriz, ama hiç birimiz inançlarımızdan o denli kolay vazgeçemiyoruz. Vazgeçmek bir yana, başkalarının da, bizimle aynı doğrultuda düşünmesini, aynı inancı paylaşmasını istiyoruz. Bu yüzden tarih boyunca bireyler arasında başlayan tartışmalar, giderek toplumsal olaylara, ülkeler arası savaşlara sürüklenmiş. Ekonomik nedenler bir yana bırakılacak olursa, görünüşte öne çıkan, insanların birbirlerine inançlarını dayatma çabalarıdır.
Öncelikle bir noktada buluşalım:
Bana göre, herkesin bir inancı olmalı!
Ne olduğunu, kime olduğunu, nasıl olduğunu sormak bile istemem. Beni de hiç ilgilendirmez; ancak inançlı bir insanın hayata bakışının, diğerlerine göre çok farklı ve daha olumlu olacağını söyleyebilirim. Dinler kadar, insanlığı etkileyen büyük öğretiler, getirdikleri erdem kuralları kadar, insanların günlük yaşayışını düzenlemesinde yardımcı olmaktadırlar. Bunların hiçbirine inanmadan, kendi düşünsel yapısına sağlam bir temel kurabilenlere de, yine saygı duymamız gerektiğini düşünüyorum.
Bu konuda Goetheye sığınarak sözlerimizi açabiliriz:
"İnançta, derim ki, önemli olan inanmaktır; neye inanıldığı hiç fark etmez. İnanç, şimdiki zaman ve gelecek zaman için büyük bir güven duygusudur ve bu güven çok büyük, çok güçlü ve anlaşılmaz bir varlığa teslimiyetten kaynaklanır. İnanç, herkesin kendi duygusunu, aklını, hayal gücünü elinden geldiğince kurban etmeye hazır olduğu kutsal bir kaptır."
Karşı görüşte olanların en gözde savı, inanmanın düşünce özgürlüğünü sınırladığıdır. Öyle olduğunu kabul edelim. Ben inancımla mutlu olduktan sonra, kime ne? Yaşamdaki amaçlarımızdan biri mutlu olmaksa, varsın bu özgürlüğüm bir yanıyla sınırlı kalsın!
Yalnız din ya da Tanrı konusunda konuşmuyoruz. Spor, sevgi, doğruluk, sanat, müzik, düşlem, gerçek, bilim, öğreti, politika... Daha akla gelebilecek her şey. Neye inanıyorsak, onunla mutluyuz. Bu yüzden o eğilimimizin, doğruluk ya da gerçekliğini sorgulamayız bile; ancak sorun kendi inancımızdan çok, başkalarıyla olan ilişkilerimizde ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz bir inancı, düşünsel yönüyle her açıdan konuşabiliriz; onu birbirimize benimsetmeye çalışmadığımız sürece...
Tümüyle karşıtı gibi olsa da, Descartesın şu sözünü şöyle söyleyebilir miyiz?
İnanıyorum, o halde varım!