Avram VENTURA
Gece yatağa uzandığımda, düşüncelerin okyanusuna dalmak benim için büyük bir keyif doğrusu. Düşlediklerim, yapmak istediklerim, yaptıklarım, yapamadıklarım... Uykumu erteleyebildiğim oranda daha yoğun düşünüyorum; ama ne yazık ki bu, her zaman olamıyor. Çoğu zaman kendimi, bir anda derin bir uykunun kucağında buluyorum. Aynı şekilde, bir kitabın heyecanına kendimi kaptırmışken, kaç kez kitap bir yana düşmüş, okuma gözlüklerimi bile çıkarmaya fırsat bulamadan kendimden geçmişim. Yakındığım sanılmasın, yatağa uzanıp da uykuyu iple çekenler yanında şanslı olduğum kadar, mutlu da sayılırım. İşin tuhafı -ya da gerçeği mi demeli- kafamın tüm olumsuzluklardan arındığı, yüreğimin huzurlu olduğu zamanlar, uykuya hiç direnemezken, gergin olduğum geceler, ne uyuyabiliyor, ne bir kitap okuyabiliyor ne de bir şey düşünebiliyorum. Tüm yorgunluğuma, uykusuzluğuma karşın, gözüm sıkça saate gidiyor, sabahı iple çekiyorum. Çok ender de olsa, ancak o zaman, sağlıklı bir uykunun değerini anlayabiliyorum.
Bir Zen ustasının, öğretisiyle ilgili soruya verdiği yanıtı anımsadım:
"Acıkınca yemek yiyorum, yorgun düşünce de uyuyorum."
Çok yalın görünmesine karşın, hayatın anlamını kavramış, mutlu ve erinçli bir insanın bu yanıtı, karmaşık birçok öğretiden daha önemli gibi görünüyor. Kuşkusuz yaşam içinde kazandığımız deneyimler, bizi aynı sonuca götürse de, bir öğretinin bu denli yalın olabileceği düşüncesine bir anda alışmak güç geliyor.
Zaman zaman şu soru da aklıma takılır:
Günümüze kadar aktarılan öyküleri abartılı da olsa, fıçısı içinde mutlu yaşantısını sürdüren alçakgönüllü bir Diyojen mi, yoksa tutkularını gemleyemeyen, doyumsuz bir İskender olmak mı isterdik?
Herkes kendi yapısına, birikimine göre bu soruya mutlaka bir yanıt getirecektir; ancak yaşamın doğal akışını zorlayarak elde etmek istediklerimiz için harcayacağımız her türlü çabanın, sonuçta bizi de yıpratacağını söylemek gerekir.
Okuduğum bir yazı, piyano çalan iki insanı örnek verir. Biri bu çalgı aletinin başına oturduğunda yalnızca uyumsuz sesler çıkartırken, bir diğeri de ünlü bir yapıtı en güzel şekliyle yorumlayabiliyor. Hiç kimse bu iki değişik sesi çıkaran piyanoda bir kusur bulamaz. Aynı yazı, hayatın da farklı olmadığını söylüyor. Uyum da aynı yaşamın içindedir, kulağımızı tırmalayan bozuk sesler de. Bir piyano gibi, doğru çalarsak güzellik, hatalı çalarsak yalnızca çirkinlik yaratırız; ama kusurlu olan hayat değildir, onu öyle yaşamak isteyendedir.
Voltairein şu sözlerini de araya sıkıştırabiliriz:
"Yolum nereye düşerse düşsün, cennet olduğum yerde."
Bir sanatçı, çalışmalarında nasıl ki uyumun, dolayısıyla güzelliğin peşinde ise, kendi payıma, yaşamda aynı güzelliği bulmam gerektiğini düşünüyorum. Kuşkusuz mutluluk ve iyiliği sürekli çoğaltarak...
Hiç değilse hayatın anlamını sorgularken, verebileceğimiz olumlu yanıtlar olmalı!