Olay ve insanlara olumsuz yaklaşımları nedeniyle, kimine özellikle uzak durmaya çalışırım. Onların kötümserlikleri kadar, sürekli bir felaket beklentisi içinde görünüyor olmaları, söyleşide bulunduğumuz sürede ve hatta ayrıldıktan sonra bile, beni olumsuz yönde etkileyebiliyor. Bu yüzden, davranışım doğru değilse de, böyle kişilerle bir araya gelmemek için yolumu değiştirdiğim ya da bulunduğum ortamdan bir an önce uzaklaştığım olmuştur. Gerçekten kötü bir durumda olduklarını bilsem, kuşkusuz ki onlardan kaçmam, ancak kendilerini öyle gösterdikleri için, beni de geriyorlar.
Neşeli, mutlu olmasalar da, mutlu görünen insanlarla birlikte bulunmamın sağlığım açısından daha yararlı olduğunu söylemeye gerek yok. Bunları düşünürken Bertrand Russellın, yıllar önce okuduğum bir denemesini anımsadım. Ünlü düşünür bu denemesinde, mutlu olmanın koşullarını ele alıyordu. Sağlık ve maddesel araçlardan sonra, bu koşulların en önemlilerinden biri olarak, mutlu insanlarla ilişkilerin geldiğini söylüyordu. Russell aslında bir gerçeği dile getiriyor, oysa bunu hepimiz, her gün yaşıyoruz. Neşeli ve mutlu insanlarla daha çok birlikte olmaya çalışırken, diğerlerinden elimizden geldiğince uzaklaşıyoruz.
Bir düşünür, ister güzel bir gün, isterse çok kötü bir gün geçireceğimizi söyleyelim, her iki durumda da haklı çıkacağımızı söyler. Bu, bir öngörü değil kuşkusuz; bizim kendi geleceğimizi, düşüncelerimiz doğrultusunda yönlendirmemizdir. Dünyada gerçekleşme oranı en yüksek öngörülerin, insanların kendileri için düşündükleri olduğu söylenir. Biz yaşama hangi görüş ya da duygularla yaklaşırsak, yansımalarının da öyle olacağının zaman içinde kanıtlanmasıdır: Mutlu ya da mutsuz, iyimser ya da kötümser, olumlu ya da olumsuz... Yaşamı dev bir ayna gibi görenler için, karşısındaki duruşumuz, olanca gerçekliğiyle kendini gösterir. Bu düşünce yalnızca kendimiz ya da çevremizle ilgili değil, tüm ilişkilerimizi etkileyecek denli geniş kapsamlıdır.
Shakespeare, iyi ya da kötü diye bir şey olmadığını, yalnızca düşüncelerimizin onları öyle yaptığını söyler. Ne denli göreceli kavramlar da olsa, her birimizin bakış açısı, bunları yer ve zamana göre değiştirebiliyor. Bir başkasına gösterdiğimiz olumlu ya da olumsuz yaklaşımlar gibi...
Bilinen bir örnektir:
Bir terlik üreticisi, ürünlerinin reklâmı amacıyla Ayaklarınızı üşütmeyin! diye bir sloganla yola çıkmış. Bakmış ki, satışlar hiç de umduğu gibi gitmiyor. Bunun üstüne şöyle bir değişiklik yapmış: Ayaklarınızı sıcak tutun! Her iki sloganın da, anlam olarak farklı olmamalarına karşın, tüketiciye gösterilen bu olumlu yaklaşım, terlik satışlarının artmasını sağlamış.
Benzer örnekleri, günlük ilişkilerimizde de yaşamıyor muyuz?
Aile, iş ve sosyal çevre içerisinde, olumsuz sözcüklerle vermek istediğimiz iletileri, karşımızdakilerin çıkarlarını kollayan, onlar için önemli olduklarını duyumsatan, olumlu yaklaşımlarla gösterdiğimizde, çok daha etkili olduklarını her zaman görebiliyoruz.