Ortadoğu son yılların en sıcak yazını yaşıyor. Savaşın şiddeti insanları çaresiz bırakıyor. Ulusal basın olsun, televizyonların haber kanalları olsun, savaştan enstantanelerle zenginleştirdikleri programlarında, İsrailin savunmasız Lübnan halkına karşı giriştiği haksız ve acımasız saldırılardan söz ediyorlar: tahrip edilen altyapı, çökertilen köprüler, yollar, binalar ve öldürülen insanlar
Hal böyle iken, geleneksel olarak mazlumun yanında yer almış Türk kamuoyunun İsraile karşı fikirler içine girmesi, her kesimden insanın, İsrailin yaptıklarını bir gazetecinin yazdığı gibi lanetlemesi doğal karşılanmalıdır. Ancak, gerçeğin arayışı içinde olmak, taşları yerli yerine oturtmak açısından önemlidir.
1970li yıllarda, Ürdün Kralı Hüseyinin Filistin Kurtuluş Örgütü ve lideri Yaser Arafatı sınırları dışına itmesi sonrası, örgüt tüm faaliyetlerini Lübnan topraklarına aktarır. Bekaa Vadisi adeta İsraile karşı yapılmakta olan terör içerikli savaşın üssü haline gelir. Aynı Bekaa Vadisinde, FKÖnün 1980 öncesinde Türkiyedeki rejimi değiştirmek için yola çıkan sol gruplara kucak açtığı, daha sonra ayrılıkçı faaliyetleri hâlen süren PKK teröristlerini eğittiği, her nedense göz ardı ediliyor.
Yurtdışındaki bazı yorumcular, 1982de İsrailin Lübnana girip Beyruta kadar ilerlemesi sonrasında Lübnan halkının en azından belli bir bölümünün Hizbullah çatısı altında toplanmaya başladığını söylemekte ve İsraili bu durumdan sorumlu tutmaktadırlar. Oysa İsrailin giriştiği askeri harekât Lübnanın geleceğini bloke eden ve oradan İsrailin kuzeyine gönderdiği katyuşalarla bölgede hayatı yaşanmaz kılan FKÖye karşı idi.
Bu savı dillendirenler, Suriyenin Lübnanda yirmi seneyi aşan varlığını unutmaktadırlar
Eski Lübnan Başbakanı Refik Haririnin bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine, Suriyenin ancak birkaç ay evvel, uluslararası baskılara da dayanamayarak, kuvvetlerini Lübnanın egemen topraklarından çektiğine dikkat etmeden yapılan bu yorumlara ancak acı bir tebessüm ile karşılık verilebilir.
Son senelerde İranın İslam dünyasında ağabey rolünü üstlenmek için olanca gayreti ile çalışması, bunu yaparken de, İsrail karşıtı söylemini derinleştirmesi gözden kaçırılmamalıdır. Tahran yönetimi, Suriyenin Lübnandaki varlığını çok güzel değerlendirmiş, Şam ile yıllardır olan iyi ilişkileri sayesinde, Hizbullahı İsrail sınırının burnunun dibinde, bir fidan gibi yetiştirmiştir. Bunu yaparken Lübnan halkından pek de tepki almamıştır. Hizbullah Lübnanın sosyal ve siyasal yaşantısına girmiş ve bağımsız Lübnan devletinin geleceğini, sınırlarının bütünlüğünü ipotek altına almıştır. Lübnan parlamentosunda ve hükümetinde resmen temsil edilen Hizbullah, nasıl oluyor da ayrı milis kuvveti bulunduruyor? Bu milis kuvveti kimin emrinde hareket ediyor? Gelişen olaylar Lübnan Meclisi ve Hükümetinin Hizbullah üzerinde pek de bir etkisinin olmadığını kanıtlıyor.
Aslında, bu anlamda savaş Lübnan ile İsrail arasında değil, Hizbullah ile İsrail arasında
İşte sorun burada
Lübnan çöküyor, Lübnan halkı acı çekiyor
İsraile roketler iniyor, insanlar günlük yaşamlarından koparılıyor. Yazık, çok yazık! Oysa egemen bir ülke olabilmiş olsaydı, Lübnan da tıpkı Ürdün ve Mısır gibi İsrail ile barış yapabilir ve iç savaştan çıkmış bu ülke tekrar eski günlerine dönebilirdi: Beyrut yine Ortadoğunun Parisi olabilirdi
Basında şimdi de ABD ile İngilterenin son olayları planladıklarından söz ediliyor. Yurt dışındaki bazı basın kuruluşlarının muhalefet etmek adına başlıklarına taşıdıkları bu komplo teorileri, bizim gazetelerimizi de süslüyor. İyi ama, İran ile Suriyenin uzun yıllardır Lübnanın güneyini parsellediklerinden ve burada kendi kontrollerinde, devlet içinde bir devlet yarattıklarından neden söz edilmiyor? Ediliyorsa da neden bu haberlere aynı önem verilmiyor? Yoksa bu durum, diğerinden daha mı az sansasyonel?
Hamas ile olan problemleri de unutmamak gerek. Yapılan seçimler sonucu Filistin Özerk Yönetiminde iktidara gelen Hamasın siyasi bir parti olarak İsraili tanımayacağını ilan etmesine, İsraile karşı silahlı mücadeleyi devam ettireceğini bildirmesine, milislerini veya sempatizanlarını kontrol edememesine, daha doğru deyişle, kontrol etmek istememesine, ne demeli? Siyasi bir parti hüviyeti ile ve halk iradesi ile başa gelenlerin, devlet devamlılığını gözeterek İsrailin varlığını tanımaları gerekmez miydi İsraili tanıyıp, masaya oturup barış sürecine katkıda bulunmak varken, nefret ile sulanan intikam adına, kendi halkının sefaletine sefalet katmayı tercih etti Hamas
Kimse bölgede barışa kolayca ulaşılacağını söylemiyor. Bunun için öncelikle insan ve toplumların birbirleri ile konuşması ve birbirlerini anlaması gerekiyor. Bu anlamda, öncelikle Hizbullah milislerinin BM Güvenlik Konseyinin 1559 sayılı kararı uyarınca silahlarını bırakmaları bekleniyor. Böylece hem Lübnanın üzerindeki ipotek kalkacak hem de İsrail Lübnan ilişkileri diye bir şey olacak.
Hamasın İsrail Devletinin varlığını tanıması ve kâh Filistin Özerk Yönetiminin kâh ilgili tüm başkentlerin Ortadoğudaki yangını söndürmeye kararlı olmaları da önemli. Seneler boyunca bu topraklardaki iki halkın birbirleri ile olan anlaşmazlıklarını sömüren devletlerin artık yaşananlara duyarlı olmaları gerekiyor. Unutulmamalıdır ki, Türkiye de bölgedeki barışın kazananlarından olacaktır
Savaş, iki tarafı keskin bir bıçak misali işlevini acımasızca yerine getirir ve her iki taraftan da kıymetler heba olup giderken, onun nedenlerini tartışmak mantıksız hatta acımasız gelebilir;
İlk önce yangını söndürmek gerek denilebilir
Doğru! Ancak maalesef eksik
Olası yangının nedenlerini yok etmeden, onu önleyecek adımları atmadan hareket etmek ve daha sonra da yangın çıktı diye dövünmek veya yangını hemen söndürün diye feryat etmek ancak yürekleri burkar, o kadar