Avrupa Kupalarında mücadele eden beş takımımızın geçtiğimiz hafta ortasındaki enteresan mücadelelerinin ardından, hafta sonunda da Süper Lig karşılaşmaları oynandı. Yerel maçlarda dört büyükler, yine puan toplama konusunda ne kadar hovarda olduklarını dosta düşmana ilan ederlerken, Manisanın caaanım Tarzanları da seyircisiz oynadıkları Sakarya karşılaşmasından yine üç puanla ayrılmasını bildiler. Asıl rengi siyah-beyaz olan takım böylece sekizinci hafta sonu itibariyle en az puan kaybeden ekip olarak 20 puanla, engebeli Turkcell Süper Ligi dağının zirvesine tırmandı. Giriş paragrafında takımlarımızın geçtiğimiz haftaki Avrupa maçlarında neler yaptıklarına göz atamadık ama pası ikinci paragrafa atalım...
En son tamamlanan maçtan başlayacak olursak; Trabzonspor UEFAda turu geçemeyeceğini, Lazaroniyi getirdiği zaman anlamalıydı. Kariyerinde hiçbir parlak başarısı olmayan Brezilyalı, ligin ilk haftalarında takım şablonunu puzzle sandı; Yattara, Gökdeniz ve saman alevi golcüsü Ersen Martini yanında oturttu. Kıssadan hisse Ekim başı itibariyle bakarsak; olan hem takıma, hem de Lazaroniye oldu... Fenerbahçenin, Randers deplasmanından turla döneceğinden şüphe edilmiyordu fakat Güney Amerikanın en iyi savunma oyuncusu etiketiyle transfer edilen Diego Luganonun, maç boyunca tüm kafa toplarını Senegalli Djiby Falla kaptırması gayet endişe verici... Kayserispor, AZ Alkmaar deplasmanındaki oyunuyla zaten görevini yarılamıştı. Pastırma diyarına gelindiğinde Hollanda liginde Ajaxın ardından ikinci sırada bulunan bir takımı elemek için +1 gole ihtiyaç vardı. +1 gol atıldıktan sonra, Ragıp Başdağın direğe vurup dışarıya çıkan vuruşu filelerle kucaklaşsa +2lik avantaj oluşacaktı ve tur belki de garantilenecekti. Dönüm noktası bu dakika olan maç maalesef ki berabere bitti, umutlar ve şarkılar gelecek bahara kaldı... Beşiktaş Sofya deplasmanında önce tansiyonumuzu düşürdü, ardından kan şekerimizi yükseltti. Ama Allahtan, daha sonra Nobre ve Bobo tuzlu ayran ve çikolata servisi yaptı. Yoksa hem Beşiktaş hem de bizler bu hoş servis olmasaydı kendimize gelemeyebilirdik. Bu arada dört maçın tamamını da izlemek için efor sarf etmiş biri olarak belirtmek isterim ki; gece sonunda beynimin hali, ambalajı yapılmış ve postalanmaya hazır hale gelmiş bir şekildeydi. Bu maçlardan bir gece önce ise Liverpool karşısındaki Galatasaray takımına baktığımızda, ilk devre ile ikinci devre oynadığı futbol arasında Himalayalarla Büyükadadaki Aşıklar Tepesi arasındaki kadar fark vardı. (Bazı şeyleri daha iyi anlatabilmek için en etkili yolun mübalağa sanatı olduğunu unutmamak lazım...) Topu topu on üç kişinin maç içinde böylesine bir iniş-çıkışı gerçekleştirebilmesi de insanın aklına Bu takımın sınırları nedir, alt ve üst eşik performansları nedir sorularını getirmekte...
Hafta sonunda, 2008 Avrupa Şampiyonası elemelerinde oynayacağımız Macaristan ve Moldova milli maçları var. Bu karşılaşmalar öncesinde milli takımımızın durumuna baktığımızda; Yıldıray Baştürk gibi sakat ve Emre Belözoğlu gibi cezalı oyuncuların yokluğunda görev alabilecek Tümer Metinin kendi takımında da yedek kalması, iki maçta da orta sahamızın üretkenliği açısından problem yaratabilir. Bunun yanı sıra forvet hattında yer alması muhtemel oyunculardan Hakan Şükür yoğun maç trafiğinden yorgun, Halil Altıntop ve Nihat Kahveci takımlarının yedek kulübelerini işgal etmekte, Fatih Tekke ise daha yeni sakatlıktan kurtuldu. Liverpool maçındaki performansına benzer bir oyun ortaya koyması halinde Ümit Karan, milli takımımızın bu eleme maçlarındaki en önemli gol silahı olabilir. Orta sahanın kanatlarında Arda Turan, Gökdeniz Karadeniz, Sabri Sarıoğlu, Tuncay Şanlı ve Mehmet Topuzun form durumlarının iyi olması endişeleri biraz olsun gideriyor gibi gözüküyor. Defansın ortasında oynaması muhtemel oyunculardan Can Arat takımında yedek, Gökhan Zan ve İbrahim Toramanın form durumları bir en tepede bir en dipte, Servet Çetinin yeterliliği ise soru işareti... Çok karamsar olmaya da gerek yok aslında, keza Macaristan takımında ismi pek fazla afişe olmamış Zoltan Gera dışında korkulması ya da bir diğer deyişle, kağıt üstünde kafaları karıştırması muhtemel bir futbolcu yok. Maçın, deplasmanda oynanması ve Macaristanın gruptaki durumunun netleşmesi bakımından zor maç olabilir ama mutlaka kazanılması ve üç puanın cebe konulması gereken bir karşılaşma. Moldova maçı da rakibin zayıflığından ötürü bizim açımızdan kolay geçecektir ama takımımızı zorlayan şey Frankfurt Commerzbank Arenadaki seyircisiz ve sessiz ortam olabilir. Bunun ilacı da golü mutlaka erkenden bulmak herhalde...
Her ne kadar yerel ligimizde birtakım sorunlarla boğuşsak da, neredeyse her hafta Avrupada sahneye çıkıyoruz. Avrupa vitrininde belki tam manada başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz ama, ülke futbolunun yeniden dirilmesi için milli takımımızın başarılı olması ve her takımımıza diğer taraftarların da köstekten ziyade, destek vermesi gerekmekte... Bilmem anlatabildim mi?...