Kaşerut dosyasina ek

- Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Genç görüş için yazma sırasının bana geldiğini öğrendiğimde ilk kez nereden başlayacağımı düşünmedim. Şalom’da yer alan kaşerut dosyasındaki görüşleri okuduğumdan beri içimde ukde, ben de birşeyler söyleyeceğim... Üzerinden iki ay geçse de...
Öncelikle kaşerut dosyasından yola çıkarak kişisel bir tahminde bulunmak istiyorum. Görüşülen 11 kişide “Bu işlerin modası geçti” tavrına yakın görüş belirten 4 kişilik oran cemaatimiz açısından fazla iyimser. Cemaat bireylerinin “genel” olarak nitelendirilebilecek tavrı “bu kadarı fazla canım...” çizgisinde. Sadece kaşerut mevzusunda değil, birçok dini gerekliliği yerine getirmek konusunda ortodoks tavır sergileyenlere “abi, siz de abartıyorsunuz biraz” serzenişlerinde bulunulduğu bir gerçek.
İsrail’in dindar bölgelerinden Şabat günü arabayla geçenlerin taşlandığına dair hikayeler hepimizin kulağına gelmiştir. Kendim bizzat yaşadığım bir olay olarak, Kudüs’ün dindar bölgelerinin birinde bulunan bir sinagogda bir arkadaşımın giyimi ve kulağındaki küpe dolayısıyla kendisine yöneltilen bakışlardan rahatsız olduğunu ve orada bulunduğumuz yarım saatten keyif almadığını da bu paralelde örnek gösterebilirim. Bu örneklere baktığımızda olayların nedeninin toleranssızlık olduğunu görüyoruz ve bu tip durumlar, dindarlığı itici bir kalıba sokmamıza sebep oluyor.
“İşte, aşırılık bu yüzden kötü...” dediğinizi duyar gibiyim. Ancak toleranssızlık bu noktada aşırılıktan (aşırılık da dolaylı bir kavram ya, o ayrı konu) kaynaklanmıyor kanımca. Toleranssızlık kendinden farklı olandan rahatsızlık duymanın bir göstergesi... Buna bağlı olarak kendisini kararında, aşırı olmayan şeklinde niteleyen cemaat bireylerimizde de tolerans eksikliğine şahit olmak mümkün oluyor.
Ne şekilde? İnsanın kendisi o şekilde olmak istemiyor diye dindar kişilere negatif bir tutumla yaklaşması, değerli insanların “bunlar burada gelenekleri değiştiriyor” denilerek karalanması, senede birkaç defa katılınan davetlerde binlerce yıllık (ve önemli kökleri bulunan) kurallara derinine inmeden modası geçmiş gözüyle bakılması ve uygulanmak istenen kurallara direnç gösterilmesi, vs...
Biraz da kaşerut üzerinde yoğunlaşalım... Kaşerut konusundaki genel görüş bu işin bir sağlık meselesi olduğu ve modern zamanlardaki gelişimle birlikte gerekliliğinin ortadan kalktığı şeklinde... Oysa ki tüm kaşer yemeklerin sağlıklı olduğu dahi savunulamaz. Nasıl ki vücudun belirli gereksinimleri varsa, spor gibi, su içmek gibi, vs... İnsan ruhunun gereksinimlerinden biri, Tanrı ile insanın arasındaki bağı güçlendiren etkenlerden biri de kaşer besinlerle beslenmek. Aynı zamanda bir biyolog olan Rav Alaluf’tan alıntı yapalım; kaşerut insanın hücrelerini sağlıklı bir biçimden çok kutsal bir biçimde oluşturmak için gerekli yani. Çok daha derin olan bu konunun inceliklerini ravlarımıza bırakmak tabii ki daha doğru, benim göstermek istediğim sadece konunun öyle tarihsellikle, moderniteyle açıklanamayacak kadar kapsamlı oluşu...
Dünya değiştikçe eski değerler yıpranıyor. Tüketim toplumu sürekli yenilenme ihtiyacı duyarak eski değerlerini safdışı bırakıp kendi değerlerini yaratıyor. Dünyada eskiye ait olan birçok norm değişti, değişmeye de devam ediyor. Biz de Yahudi toplumu olarak bir tüketim toplumuna dönüşmenin bedellerini ödüyoruz. Eskiye tepki şeklinde özetlenebilecek yaklaşımlar, içerisinde sürüklendiğimiz zamana ayak uydurmamızın bir sonucu. Rüzgara karşı koyup, geriye dönüp “ya, biz neredeydik, nereye gidiyoruz” demeyip hızla etrafımızdaki herşeyi tüketme isteğimize esir oluyoruz.
Özetlersek kimsenin kaşeruta bakma gibi bir zorunluluğu olmadığının, bu işin Türk Yahudilerinin değişen normları çerçevesinde öyle kolay olmadığının da fazlasıyla farkındayım. Hatta bu yazıyı okuduktan sonra anneme “oğlun kaşeruta bakmaya başlamış” diyecek kişilerin yanılgıya düşmemeleri için ifade etmem gerekiyor ki, ben de şu an kaşerut kurallarına uymayanlardanım. Ancak düşüncem dini kurallara uymaya özen gösteren insanların omuzlarına bir sosyal baskı konulmaması, dini organizasyonlarda (düğün, bar-mitzva, yemek, vs.) kuralları uygulayanların rencide edilmemesi ve insanların binlerce yıldır baş koyduğu, önem verdiği değerlere kişisel hayatta yer verilmiyor olunsa da saygı gösterilmesi gerektiği yönünde...
Kendimi kaşerut konusunda disipline edemiyor olsam da, bunu başaranlara büyük saygım var. Bunun yanısıra birçok kural ve gelenek konusunda binlerce yıllık bir zincirin halkası olmaya devam edenleri yürekten takdir ediyorum. Ve hayatımıza “fazlasıyla yakın zamanda” giren belirli tutumlardan, tüketim toplumu olmanın bahsettiğim sonuçlarından rahatsızlık duyuyorum.
Bir Yahudi atasözü der ki; “İki Yahudi’nin bulunduğu yerde üç görüş vardır.” Hiçbir konuda olmadıkları gibi, dindarlık konusunda da aynı çizgide değiliz... Zaten bu görüş fazlalığı kusurdan öte bir zengilik olarak da değerlendirilebilir. Ancak bu yukarıdaki atasözünün “toleranssızlığı” içerdiği anlamına gelmez. Yani konumuza adapte edersek “İki Yahudi’nin bulunduğu yerde üç görüş de birbirine saygı göstermek durumundadır.” diyebiliriz sanırım.