Halkımızın çoğunluğunun barış istediğini ve barışa ulaşmak adına risk almaktan çekinmeyeceğine her zaman inandım. Bugün burada sizlerle beraber, insanların barış istediğini ve her tür şiddete karşı olduklarını göstermek için toplandık. Şiddet İsrailin demokratik temellerini sallamakta
Bunu mutlaka izole etmek gerek. Demokrasilerde farklılıklar olabilir. Ancak, kararlar demokratik seçimlerde alınır! 1992 seçimleri bize yaptıklarımızı yapmamız için yetki verdi ve bu yolda devam edeceğiz
4 Kasım 1995 günü, hiç hak etmediği bir şekilde öldürülmesinden kısa bir süre önce Tel-Avivdeki açık hava toplantısında bunları söylüyordu Yitshak Rabin
ABD Başkanı Bill Clintonun Ortadoğu özel temsilcisi Dennis Rossun anılarını topladığı kitabı The Missing Peacete ifade ettiği gibi, Bunun herkesin başına gelebileceği düşünülebilirdi, ama Yitshak Rabinin asla!
O cumartesi gecesi olanlar İsrail adına bir şoktu. Genç yaşında Palmaha katılarak devletin kuruluş aşamasında savaşmış, 6 Gün Savaşının genelkurmay başkanı, Entebbe Baskınının başbakanı Yitshak Rabin, aşırı sağcı bir gencin saldırısı sonucu ölmüştü
Tüm dünyayı sarsan bu olayı kabullenmek, bir İsraillinin Yitshak Rabini öldürebileceğini düşünmek anlaşılır gibi değildi. Ancak olmuştu!
Siyasi arenanın toz dumanından yeni umutlar çıkabilir miydi? Rabinin aşırı uçlar tarafından haince öldürülmesi barış çalışmalarına bir ivme kazandırabilir miydi? O günden bugüne gelişen olaylar, İsrail Filistin sorununa kalıcı bir barışın daha çok uzaklarda olduğu, bölgede suların durulması bir yana, dengeleri allak bullak edecek birçok olayın geliştiğini ortaya koyuyor
Rabinden sonra bayrağı devralan Şimon Peres tüm deneyimine rağmen, karizmatik bir lider değildi... Barışa ulaşmak için en az Rabin kadar istekli olmasına ve, görüşmelerde birçok stratejik kararın alınmasında önemli roller üstlenmesine rağmen, Peresin, barışın ardındaki rüzgarın kuvvetini iyi kullanabildiğini söylemek zordu.
Rabinin öldürülmesini çoşku ile kutlayanların bir bölümü de, İsraille kesinlikle bir barış ortamı yaratılmasını istemeyen Filistinlilerdi. Nitekim, suikastın takip eden aylar içinde intihar saldırıları artmış, bu ortamda yapılan 1996 seçimleri, Likud lideri Binyamin Netanyahuyu başbakanlık koltuğuna oturtmuştu.
Likudun zaferi kimine göre milliyetçi unsurların tüm köprüleri atacağı bir ortam hazırlayacaktı. Ancak Menahem Beginin Enver Sedat ile gerçekleştirdiği muhteşem olayı hatırlayanlar, içten içe bir umut taşımıyor değillerdi. İşçi Partisinin gerçekleştiremediği barışı, sağ eğilimli Likud başarabilir miydi? Tarih tekrar böylesi bir olaya tanıklık edebilir miydi?
Netanyahu, Rabin ve Peresin aksine Arafata hiçbir zaman güven duymamıştı. Filistinlilerin Oslo barış görüşmelerinde alınan kararlara rağmen, Rabin suikastından sonra terör saldırılarına devam etmeleri, yönetimin ve özellikle de Arafatın bu saldırıları durdurmada isteksiz davranması bunun kanıtıydı. Bu durum, Arafatın, Netanyahudan sonra başbakanlık koltuğuna oturacak Ehud Barak ile yapacağı barış görüşmeleri esnasında ve sonrasında da devam edecekti.
Bu konuda yorum yapan bazı gazeteciler, ortadoğuda barışın zor olduğu fikrini, Sedat ve Rabin gibi barışa doğru hamle yapan liderlerin, kendi toplumlarından dışlanmalarına ve hatta öldürülmelerine varan tepkiye de bağlamıyor değillerdi. Hal böyleyken Arafatın, Barak tarafından uzatılan zeytin dalını tutmada isteksiz davranmasını normal karşılamak gerekirdi, bu yorumculara göre
Bugüne gelindiğinde, bölgede ABDnin askeri varlığının artması, Filistinde Hamasın sokaklardan sonra siyasi erki de ele geçirmesi, İranın Hizbullah üzerinden İsrailin kuzeyine sarkması gibi birçok etken, tarafları gerçekçi ve kalıcı bir barışın etrafında toplanmalarını engellemekte.
Bütün bunlar bir yana, tekrar Rabin suikastine dönecek olursak, bu eylem, tarihinde ilk kez İsrail kamuoyunu ve siyasi yelpazesini kesin kamplara bölmüş, ve zaman zaman kamplar arasındaki uçurumun kapanması zor derinliklere ulaştığı bir dönemin başlangıcı olmuştur.