15 Kasim`i aniyoruz

Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

15 Kasım 2003 Cumartesi sabahı Şişli ve Şişhane’deki sinagoglara ve 19 Kasım 2003 İngiliz Konsolosluğu ve HSBC Bankası Genel Müdürlüğü’ne yapılan terörist saldırıların üzerinden 3 yıl geçti. 11 Eylül 2001’de ABD’deki İkiz Kuleler’e, 11 Mart 2004’te Madrid’de tren istasyonlarına, 7 Temmuz 2005’te Londra’daki metroya düzenlenen saldırıları da düşündüğümüzde 2000’li yıllardaki yaşamımıza “terör”ün fazlasıyla dâhil bir “gerçek” olduğunu görebiliyoruz. Saati, günü, yeri belli olmayan, gündelik hayatlarımızı planlarken bilinçaltından bizleri uyaran insanlık-dışı bir eylem terörizm…
2003’ten beri aradan geçen 3 sene boyunca ve günümüzde de Dünya’da birçok sıcak gelişme yaşandı, yaşanıyor. ABD’nin Irak’ta sürdürdüğü savaş, İsrail-Lübnan savaşı akla gelen ilk başlıklar. Kimi zaman birtakım siyasî gelişmeleri, çatışmaları, saldırıları her ne kadar onaylamasak da onlar yaşanıyor. Onlara tepki de gösteriyoruz. Pankart açıp, afiş asmak, yazılar yazmak, mitingler düzenlemek, ses duyurmak elbette önemli ve bugün için Dünya’daki düzen, refah düzeyi belli bir dengede olmasa da, barış mücadelecilerinin çok önemli bir görev üstlendiğine inanıyorum. Elbette insanlar öldüğü için burada “beterin beteri vardır” diye bir anlayış söz konusu olamaz. Bu nedenle ve daha fazlasıyla, hiç kimse yarın yeni bir savaşın daha çıkmasını istemez, tıpkı günümüzde başta Ortadoğu’daki sorunların yaşanıyor olmasını istemediğimiz gibi… Belki olanların önüne geçemiyoruz; ama istediğimizde içimizden küçük bir duayla bile olsa barışa katkıda bulunabileceğimize inanıyorum. Elbette duyarlılıkları ölçütünde insanlar daha fazlasını da yapabilirler, yapanlar da var, fakat “duyarlılık” bizi bambaşka bir tartışmaya götürecektir. Dünya güçlerine dur diyebilmek, savaşı, terörizmi, cinayetleri önlemekten söz ettiğimizde ise artık birtakım etmenler bizleri birey olarak fazlasıyla aşıyor. Gerçek, doğru bir toplumsal irade, “barış insanı” liderlere kavuşmanın ne denli zor olduğunu tarih gösteriyor. Bir yanıyla elimiz kolumuz bağlı gibi sanki, bir yanıyla da “insan” denilen varlığın kimi zaman ne kadar kolay öldüğünü, öldürüldüğünü görebilmek benliklerimizde bir acı doğuruyor. Tıpkı canlıların evrimleşmesi gibi, toplumlar ve savaşlar da evrimleşiyor ve dünya karşımıza “derin dünya” olarak da adlandırabileceğimiz karmaşık bir düzenle, teknolojiyle, savaşlarıyla, politikalarıyla, terörizmiyle, açlığıyla, hastalıklarıyla çıkıyor. Barış dostları onu anlamaya çalışıyor, kimileri ondan para kazanıyor, kimileri komplo teorileri kuruyor, kimileri uyutuluyor ve barışa mücadelesinde zaman zaman son derece ağır atılan adımlarıyla dünya dönmeye devam ediyor.
Kendimden örnek verirsem ben (alfabetik sırasıyla) bir beyaz tenliyim, erkeğim, öğrenciyim, Yahudi’yim, Türk vatandaşıyım… Kimliklerimizi istediğimiz kadar çoğaltabiliriz, bu karmakarışık dünyada bol miktarda var onlardan. Şimdi hepsinin üzerine kocaman bir başlık atın çünkü Tanrı bizi “insan” adıyla yarattı. O adı öğrenebileceğimiz ve ona sahip çıkabileceğimiz bir ömür verilmiş bizlere… Elbette, “insan” çok derin bir kavram, elbette dünya bu satırlar kadar “düzenli” değil. Peki, bu sadelik ve çıplaklıkta olabilir mi birtakım çözümler, iyi niyet, barış? Niye olmasın? Yaratılışta henüz ömrü bembeyaz sayfalardan oluşan bir adam yok muydu? Nasıl olduysa dünya karardı, kararmaya da devam edecek mi? Üstüne üstlük olumsuz düşüneceksek, bu satırların yazarı yirmi iki yaşında bir gencin veya yetişen yeni nesillerin yaşamasının bir anlamı, amacı olabilir mi? Neden olmasın?
15 Kasım’ları ve yaşamının her günü daha aydınlık, barış dolu olsun. Bir umut adına, dualarımızı, barışı hissedememiş ve onları da kazanabileceğimize inandığımız insanların da duyması dileğiyle…
perspektif@salom.com.tr