Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Limmud Kültür Festivalinde konuşan Avraham Burgun aklımda kalan önemli bir tespiti XXI. yüzyılın bir gerçeğini mi dile getiriyor diye düşünüyorum bir süredir.
Burgun yorumuna göre, XX. yüzyılın yarattığı faşizm, komünizm, sosyalizm, nazizm gibi yaşam şekli olarak ta adlandırılabilecek birçok fikir akımı, tarihin dişlileri arasında ufalanıp yok olup gitti. Yeni yüzyıla girildiğinde, geçen asırda yaşanan savaşların yok ettiklerinden arta kalan tek gerçeğin toplumların inanışları olduğu ve Tanrı algısının her toplumda güçlenip siyasileştirildiği yorumu, gerçekten çarpıcıydı.
Bu anlamda, 11Eylül saldırısından sonra dünyaya şekil veren en önemli kuramlardan biri olan Medeniyetler Çatışması aslında yaşananlara yanlış teşhisi koymakta. Yine Burga göre, gerçekte yaşanan etnik veya dini kimlikler arasında bir çatışmadan ziyade, demokratik laik dünya ile teokratik dünya arasındaki çekişme
Son aylarda tanık olduğumuz birçok olay bu açıdan değerlendirilince aslında bu sözlerin çok ta yanlış olmadığı noktasına varılıyor. Eğitim düzeyi düşük olan, ya da ekonomik refahın adilce paylaşılmadığı birçok ülkede demokrasinin şöyle veya böyle yerini teokratik / totaliter rejimlere bıraktığı görülebiliyor.
Genelde batı olarak adlandırılan Hıristiyan dünyası, özellikle Papa XVI Benedictin beyanatlarının gölgesinde kalıyor zaman zaman. Dünyanın süper gücü A.B.D.nin başkanı demokratik ülkeler yaratma veya terörü durdurma uğruna giriştiği mücadeleyi Tanrı buyruğu olarak nitelendirebiliyor. Özgür toplumda özgür düşünce mantığı ile, Avrupanın değişik ülkelerinde gazeteler Hz. Muhammedin kişiliğini hedef alan karikatürleri yayınlayabiliyor.
İslam dünyasının buna verdiği tepki ise çok net. Özellikle ortadoğuda yaşanan ve çözümü gitgide zorlaşan dramatik durumun başta İran, ve onun desteğindeki radikal İslam gruplar tarafından siyasi ranta çevrilmesi ile ivme kazanan bir süreç var karşımızda. 1979 yılında Şah Pehlevi yönetimini deviren İslam devrimi, görüşünü yaymak için hiç bu kadar verimli bir dönem bulamamıştır kuşkusuz
A.B.D.nin Irakta giriştiği ve şu ana dek sonuçsuz kalan askeri harekatı bu süreci İslam toplumlarının çoğunda meşrulaştırıyor... NATOya üye, Avrupa Birliği ile tam üyelik görüşmeleri yapan Türkiyede bile, son aylarda arka arkaya yapılan anketler sokaktaki adamın tercihinde ciddi değişiklikler olduğu gösteriyor. Sempati duyulan ülkeler sıralamasında ABD ve Avrupa ülkeleri gerilere düşerken, İran basamakları kararlı bir şekilde çıkıyor. Oysa, 28 Şubat olayları ve sonrasında İranın Ankara Büyükelçisinin Tahran tarafından geri çağrılmasına varan diplomatik sıkıntılar çok eski bir tarihi ifade etmiyor henüz
Türkiyede durum böyle iken, İsrael Filistin sorunu ile bunalan Ortadoğu ülkelerinde, ya da Afganistan Pakistan ekseninde nasıl bir tablo ile karşılaşılabileceğini tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Ne yazık ki bugün ulaşılan uygarlık düzeyinde din faktörünün gündelik yaşantıda belirleyici rol oynaması, adeta Ortaçağ bağnazlığını çağrıştırıyor.
Geçtiğimiz hafta içinde BM Genel Sekreteri Kofi Annanın katılımı ile İspanya Başbakanı Zapatero ve Başbakan Erdoğan tarafından İstanbulda yapılan açıklamalar, Burgun sözlerini teyid eder nitelikte : Açıklamaya göre, Medeniyetler çatışması diye nitelenen sürtüşme temelde siyasi boyutu olan yeni bir olgu olarak tarif ediliyor
Belki de geçtiğimiz yüzyılın soğuk savaşı kılık değiştirmiş karşımızda duruyor. Duruyor da, kuralı kuralsızlık olan böylesi bir oyunda, toplumlar ya da devletler - henüz dengeyi nerede ve nasıl kuracaklarını kavrayamamışlar, bir o yana bir bu yana savruluyorlar, hata üstüne hata yapıyorlar