Ölümsüzlük, birçoğumuz için çok iddialı bir tutku olabilir; ancak herkes, ölüm sonrası için en olumlu özellik ve yetenekleriyle anımsanmak ister. Kimi sanatçı yanı, kimi iyilikseverliği ya da erdemli davranışlarıyla... Kimi ünlü bir iş adamı, kimi bir önder, kimi de bir bilim insanı olarak... Ne yazık ki içlerinden birçoğu, aradan geçen yıllar boyunca, olmak istedikleri gibi değil, toplumun onları görmek istediği gibi anılıyorlar. Diyelim ki biri, çok ünlü bir sanatçıdır. Ölümünden sonra sanatı veya yapıtlarıyla değil, aşkları ve kavgaları konuşuluyor. Ya da... Yaşadığı dönemde tanınmış bir bilim insanıdır. Yüzyıllar sonra tüm buluşları unutulmuş, yalnız şiirleriyle anılmaktadır.
Düşüncesini hiç aklımızdan çıkarmamamıza karşın, kendimizi her zaman ölüme uzak görürüz; oysa eski insanlar öleceklerini sanki daha önceden bilir, tarihe geçecek sözler bile ederlermiş. Cenaze törenlerini yaşarken kurgulayanlarla bunu öyküleştirenleri, aradan geçen bunca yıl sonra okuyabiliyoruz.
Gelecekte nasıl anımsanabileceğini görebilen insanlar o kadar az ki!..
Sanırım bu konuda, maddesel ve tinsel güçleriyle iyilikseverler, attıkları temelin kalıcılığını görebiliyorlar.
Ya sanatçılar?..
Ne yazık ki içlerinden birçoğu, tarihin acımasız eleğinden geçemeyerek, bir süre sonra unutuluyorlar. Yaşarken el üstünde tutulan, yüceltilen bu insanların, tümüyle belleklerden silinmesini açıklamakta güçlük çekebiliriz.
Fakir Baykurt, Benim Dileğim şiirinde şöyle diyor:
Yüz yıldan fazla yaşamak değil / Bir küçük dileğim var halkımdan / Mutlu olduğu o güzel mevsimde / Bir türkü süresi anımsanmak / Onu da paşa gönlü bilir.
Anımsanma konusu, ünlü yazar Stendhalın kafasını epey kurcalamış. Daha ölümünden yirmi yıl önce nasıl bir mezar taşı istediğini bile tasarlamış. Mermer levhaya sıradan bir tümce yerine, Yazdı, yaşadı, sevdi diye yazılmasını istemiş. Aynı sırayla ve başka hiçbir şey eklenmeden; ama ne yazık ki vasiyetini yerine getiren Romain Colomb, bu mezar taşı yazısını kendine göre değiştirmiş: Yazdım, sevdim, yaşadım.
Yıllarca düşünülerek yazılan bu üç sözcük, bir başkasının karışmasıyla büyüsünü yitiriyor. Yazar daha çok sevgisiyle anılmayı beklerken, onun da herkes gibi sıradan bir yaşanmışlığı vurgulanarak anılması sağlanıyor.
İnsan, yaşarken bile hakkındaki söylentileri, yaratılmış mitleri değiştirme gücünde değilken, ölümünden sonra ne yapabilir ki?..
Bu arada tümüyle karşıt bir noktada bulunan, Kafka gibi adlarını unutturmak için çaba harcayanları da anabiliriz. Bu ünlü yazar ölümünden önce bütün yapıtlarını yakması için Max Broda vermiş. Bu dostu, Kafkanın isteğini yerine getirmiş olsaydı, bu ünlü yazarı belki hiç tanımamış olacaktık.
Anımsanmak ya da unutulmak...
Herkes kendi payına sorabilir:
Nasıl anımsanmak isterdik?