Cuma sabahı evden çıkacağım sırada annem telefon etti. Önemli olmadıkça erken aramazdı. Üzüleceksin, ama... Enişteyi kaybettik. Gerçekten de üzüldüm. Gerçi yaşını almıştı ama, gene de...
Enişte yıllarca çalışmış çabalamış, yıllarca teyzemle yurtdışında yaşayan tek kızlarının ve torunlarının haberlerini bekleyerek birbirlerine destek olmuşlardı. Kahveye geldim diyenleri sevecenlikle karşılayıp yanında daima ev yapımı ikramları asla eksik etmemişlerdi. Tavli oynamayı çok seven enişte, emekli olduğunda, kızının ısrarı üzerine yanına gitmeye karar verdi. Yaşlılığını kızı, damadı ve torunları ile geçirmek hasretliğe son verecekti. Ama doğup büyüdüğü yeri, komşularını, dostlarını geride bırakmak hiç de kolay olmadı. Zaman zaman ziyaretine gittiğimde, sokak sokak her yeri bilmek ister, dostlarının hatırını tek tek sorardı. Son zamanlarına dek, televizyondaki Türk kanallarından haber programlarından hiçbirini kaçırmadı.
Ve enişte son yolculuğuna çıktı.
* * *
Aynı gün öğleden sonra, işe dalmışken, aniden karşı masadaki arkadaşın telefonuna bir mesaj geldi; okudu; Hrant Dink öldürüldü. Donakaldık. Bir saniye içimden geçen, aklımda sıralanan olasılıkların hızına yetişemedim. Ölmek yeterince kötüydü; ama öldürülmek, korkunçtan da öte bir kavramdı. Kimimiz televizyona, kimimiz haber sitelerinin başına üşüştük. Kabullenemediğimizi inkar etmek isteriz ya, belki yanlıştır diye diledim. Yazın Adada düzenlediğimiz Adalı gazeteciler yemeğine eşi Rakelle biraz geç gelmişlerdi. Ama gelmişlerdi. Tıpkı onun gibi, televizyonu ilk açtığımda belki sadece yaralıdır diye geçirdim. Belki... Ama olmadı.
Hrant Dinkle çok yakın değildik. Yazdıklarıyla da her zaman hem fikir olmadım. Bu hem çok doğal, hem de sağlıklı. Ama bir masanın etrafında oturup sohbet de ettik, gerektiğinde de telefonumuz birbirimize hep açıktı.
Bir duygu seline kapılmak istemiyorum. İçimdeki isyanları dile getirmem de işe yaramayacak. Ama Hrantı dürüst bir insan olarak hep anımsayacağım.
Dink Ailesine hürmeten, son birkaç gün içinde çok rahat dile getirilen sloganları irdelemeyeceğim. Zira, hiç kimse simgesel dahi olsa, bir günlüğüne bile ne Ermeni olur, ne Rum, ne Yahudi, ne de Keldani.. İnsanın doğasına aykırıdır bu. Cüneyt Ülseverin 21/01/ tarihli Hürriyet Gazetesindeki köşesinde yazdığı gibi, ateş düştüğü yeri yakar!
Kütüphanemde M. Margosyanın bir kitabını arıyordum. Bulamayınca internete girdim. Önümdeki sayfadan yazarın kitapları sıralanmıştı. İki tanesinin sıralanışı son günlerin ruh haliyle, acı bir çağrışım yaptı. Liste: Söyle Margos Nerelisen? ile başlıyor ardından Biletimiz İstanbula kesildi ve diğerleri geliyordu.
Beynimde yankılandı: Söyle Hrant Nerelisen? Malatyadan İstanbula geldin. Ama biletini Agosun önünde çok erken kestiler Hrant!
Gene aynı günün gecesi bir arkadaşım aradı. Üç beş laftan sonra sohbetin zoraki olduğunu farkettim. Çok hoş bir haber değil. Zeynepi kaybettik sözlerini duydum. İdrak edemediğimi anlayınca: Tülay Ablanın kızı diye gerisini getirdi. Hislerimin artık donduğunu farkettim. Zeynep, çocukluk yıllarına tanık olduğum gencecik kadın. 42 yaşında akıl almaz bir kaza sonucu...
Bu da apayrı bir acı.
* * *
Herkesin bir öyküsü var bu yaşamda...
Huzur içinde kalsınlar.