Dini bayramlarımızın içinde en çok Purimi severim. Hem neşelidir, hem de zahmetsiz. Kısacası ön hazırlığı ve mutfakta geçirilmesi gereken saatleri yoktur.
Purimin benim için iki simgesi olmuştur; Sefarad yanımı tanımlayan kırmızı-beyaz mavlaçlar ve Aşkenaz tarafımı bütünleyen humentaşenler (hamantaschen). Humentaşenler, Amanın kulaklarını simgeleyen, bohça şeklinde içi kayısı reçeli dolu bisküitlerdir. En güzeli ise, bisküitleri Aşkenaz babaannem değil, Sefarad annem yapardı. Tek sorun, yaptıklarını bayram gününe kadar saklayabilmekti. Babamla en büyük keyfimiz humentaşenlerin yerini bulup, iz bırakmadan birkaç tane götürmekti! Mutfakta tencere dolabında mı, yoksa büfenin içinde miydiler?
***
Mahpurim geleneğini tesadüfen genç kızken yurtdışında olduğum sıralarda öğrendim. Bir Purim günü, aile dostlarımızın evinde öğlen yemeğinde, evin büyüğü olan Tantie masadaki çocuklara zarf şeklinde beyaz mendiller dağıttı. İçinde de mahpurim yani purim harçlığı vardı. Tantie kendi halinde tonton bir yaşlıydı. Belli bir yaştan sonra İstanbuldan gelenekleriyle birlikte göç etmişti. Gerçek adını hiç bilmedim. Akrabalık bağımız olmadığı halde benim için hep tantie olarak kaldı.
Çocuklarımız olduktan sonra, eşimin Edirne kökenli olan ebeveynleri torunlarına mahpurim vermeye başlayınca, annemler de aynı adeti benimsemek durumunda kaldılar. Anneannemin hayatta olduğu dönemleri de sayarsak, çocuklar uzun süre paylarına düşeni fazlası ile aldılar. Mavlaçlar asla eksik olmadı, annem ise bu seneye kadar humentaşen yapmayı sürdürdü. Velhasıl; Purim Katan, Purim Şuşan derken zaman çabucak akıp gitti.
* * *
Bu sene ben de Purimde eğlenmeye karar verdim. Radikal kararlarımı olgunlukla karşılayan eşim, başta ne denli memnundu bilemiyorum... Eğlence mekanına vardığımızda, aşina bir ses duydum: Bugün, burada.... Rav Benvenistenin sesini nerede duysam tanırım. Zira, o benim için her zaman, yıllar önce Büyükadada, Cuma akşamları bizleri biraraya getirmek için çaba sarfeden Amore Moşe olarak kaldı. Kısacası, o gün bizi bardan inen Rav Benveniste, karşıladı diyebilirim. Hemen bayramlaştık. Uzakdoğu teması, en çok mavi kimono, açık kumral sakallı, yanakları al al olmuş DJ Mendyye yakışmıştı. Narçilla, kiviçilla... ve daha bir sürü çilla türünün fondip edildiği kiminin dans ettiği, kiminin oturup Çin yemeklerini yediği ortam, neşe ve kahkahanın bileşkesiydi. Kimonolar geçidi, karateciler ordusu ve kucaktaki minik çocuklar defilenin en güzel parçasını oluşturdular. Ayakta sohbet edenler, uzun zamandır görüşmeyenler... herkes birbirini kucaklamak için fırsatı kolluyordu adeta. Kısa süre önce geçirdiği rahatsızlığı sonrasında, Rav Haleva ile Rubissanın salona girmesi herkesi sevindirdi. Bir mekandan diğerine dolaşanlar heryerin ayrı güzel olduğunu söyleyip durdular. Rav Alaluf, Uzakdoğu yerine hafta sonu giysileriyle gelmeyi yeğleyenlerdendi. Benim kıyafetim ise bir Marslıyı andırıyordu sanırım. Yoksa, birçok kişi: A, ne işin var burada?diye sormazdı. Chayanın yaptığı ekmekçikler o kadar lezzetliydi ki, eşim onları ponçik zannederek: Çok güzeller, ama sonuna geldim, daha reçel çıkmadı dedi. İçerde birkaç aylık bebekten, gençlere, büyük annelerden babalara varıncaya dek geniş bir yaş yelpazesi vardı.
En güzeli ast/üst farkı yoktu; kulis yoktu. Onların yerine gülen yüzler ve mutlu insanlar vardı. Bulunduğum mekanda ve diğerlerinde bizlere böylesi bir bayram yaşatmak için emeği geçen, eli değen herkese teşekkürler.